YOK CANIM, İNANMAM!
“Ne zaman köy enstitüleri ile
ilgili bir yazı okusam, içimi bir hüzün
ve kızgınlık kaplar.”
Abdullah TAVMEN
Ziraat Yük. Mühendisi, Ankara
1954-1955 ders yılında Aksu Öğretmen Okulu ikinci sınıf öğrencisiydim. Mayıs sonunda okullar tatil olmadan iki gün önce müdür yardımcımız, aynı zamanda sosyal bilgiler öğretmenimiz Mehmet Karakapıcı, akşam yemeğinden önceki ilk etütte sınıfımızda geldi:
“Çocuklar! Notlarınızı okuyacağım.” dedi.
Hepimiz heyecanla birer defter açtık önümüze. Ellerimizde kalem…
Bu tür duyurular, küçükten büyüğe doğru numara sırasına göre yapılırdı hep.
Sıra ile başladı öğretmenimiz okumaya. Numarası ve adı okunan arkadaş, “Burdayım” deyip ayağa kalkıyor, sonra sırasına oturup yazmaya başlıyordu. Sözgelişi:
“Türkçe 7, Matematik 5, Sosyal Bilgiler 8, Fen Bilgisi 8, Tarım 9, Resim 6, İş Bilgisi 7, Müzik 9, Beden Eğitimi 10… Sınıfı geçtin.” gibi…
Sınıfı geçtiğini öğrenen arkadaşlar, sevinçle bırakıyordu kalemi ellerinden.
Benim numaram 376 idi. Epeyce gerilerde… Ben de geçmiş miydim sınıfımı acaba?
Ders yılı içinde aldığım notlara göre zayıfım yoktu hiç ama belli mi olurdu! Öğretmenin elindeki defterde ne yazıyorsa…
Üç olasılık vardı:
Ya sınıfını geçerdi öğrenci, ya en çok üç dersten bütünlemeye ya da sınıfta kalırdı.
Sınıfta kalmak gibi bir korkum yoktu. Bütünlemeye de kalmamalıydım ama yine de az çok bir endişe vardı içimde.
Derken, sıra bana geliverdi işte:
“376 Hüseyin Erkan!”
“Burdayım öğretmenim.”
Başladı öğretmenimiz okumaya notlarımı.
Zayıf notum yoktu ama ben yine de öğretmenimin, “Sınıfı geçtin.” sözünü duyuncaya dek rahat edemedim.
Oh be! Dün bir, bugün iki derken, üçüncü sınıf öğrencisi oluvermiştim işte.
En çok şunun için sevindim: Birinci sınıfta okul tatil olup köye dönerken, sınıfımı geçtim mi, bütünlemeye mi kaldım, sınıfta mı kaldım, bilmiyordum. Soranlara da cevap veremiyordum elbet. Bu durum çok üzmüştü beni. Oysa bu yaz öyle bir sorunum olmayacaktı. Alnım açık, yüzüm ak olarak “Üçüncü sınıfa geçtim.” diyecektim.
Benden sonra İbradılı arkadaşım 379 Hasan Çelik’teydi sıra.
Çelik arkadaşımız, sınıfımızın en çalışkanlarından biriydi. Dolayısıyla yüksekti notları hep. Bu nedenle o, benim gibi bir endişesi olmamış, benim heyecanımı duymamış ve sonuçta da benim sevincimi tatmamıştır sanırım.
Öğrenciliği gibi öğretmenlik yaşamı da başarılı olan ve şu anda Antalya’da yaşayan arkadaşımla yaklaşık bir ay önceki telefon görüşmemizde bu konulara değinince:
“Ama Erkan, ben senden büyüktüm.” dedi.
“Evet de bir-iki yaş…”
“Değil, değil! Daha fazla…”
“Yok canım, inanmam!”
“Sen kaç doğumlusun?”
“1942…”
“Ya gördün mü? Ben senden dört yaş büyüğüm. 38 doğumluyum ben.”
İnanasım gelmedi. “Şaka yapıyorsun” dediysem de ısrar etti.
Okullarda ve hayatta daha başarılı olmak için, ilkokula biraz geç başlamak mı daha doğru acaba?
Birkaç ay önce, erken erken öteki dünyaya göçüp giden Aksu ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu mezunu Prof. Dr. Süleyman Bozdemir dostum da ancak 11 yaşında başlayabilmiş ilkokula.
İyi bir fizikçi olduğu kadar, başarılı bir yazar da olan sevgili dostum, ışıklar içinde uyusun hep.
Doğum tarihimiz aynı olmasına karşın, ben Aksu’da 5. sınıftayken Mersin/Gülnar’ın Eskiyörük köyünden Süleyman Bozdemir birinci sınıf öğrencisiymiş ancak. (*)
Aksu’da 40 kişilik tek şube olan sınıfımızda Mehmet Çevik, Salim Koçak, Recep Kazar, Veli Özgen ve Seyfi Kubilay’la aynı yaşlardaydık.
Hasan Çelik gibi İbradılı Nuri Baş, Manavgatlı Mustafa Söyler, Gazipaşalı Muhammet Özkan, Mersinli Ahmet Yıldız ve Serikli Cevdet Can bizlerden birkaç yaş büyüktüler. Ancak bu yaş farkı hiçbir zaman sorun olmadı aramızda!