Onun için onlar kendilerini hiç bir varlıkla kıyaslamazlar. Kıyaslamadıkları gibi de ne fil, karıncaya karşı büyüklüğü ile övünür. Ne de onun varlığından rahatsızlık duyup onu ezip yok etmek ister.
Ne de ondan faydalanmak için gücünü gösterip korkutup faydalanmak ister. Buna karşılık karınca da, file karşı ne kendini küçük görür. Ne ezilip, büzülüp kapris yapar. Ne ondan medet umar. Ne de ondan korkup hayatını kabusa çevirir.
Ne fil karıncanın, ne de karıncada filin görevini yapar.
Hiç biri bir diğerinin ne görevine karışır. Ne de görevi dışında bir sorumluluk taşır.
Yani fil filliğini, karıncada karıncalığını yapar.
Bu bağlamda doğal hayat içindeki her varlık kendi yaratılışı gereği bu şekilde yaşarlarken görevlerinin son bulacağı zamana kadar görevlerini yaparak nesillerinin devamını sürdürürler.
Ama insana gelince; Allah, onu kendisi için yaratıp var ettiğinden ona şuursal aklın yanı sıra, birde iradi akıl vermiştir. Akılla okuyup öğrenip düşünmesini, düşüncesiyle de doğruyu bulup kanaat getirmesini, getirdiği kanaat istikametinde de irade oluşturup vicdandan alacağı güçle birlikte uygulamaya geçmesini istemiştir.
Yani dünyayı mamur ederken gücüne güç katıp yaşantısını daha çok kolaylaştırmasını istemiştir.
Hayatın tekrarı olmadığı için hayatta yapılacak olan hata ve yanlışlıkların silgisi de yoktur. Onun için zamanı iyi kullanıp, iyi değerlendirmesi gerekir. Çünkü yaşarken kendi eliyle yapıp ettiği her şeyden sorumludur.
Bunun yanı sıra insanlar tüm bilip öğrendiklerini nesilden nesile aktararak kıyamete kadar kesintisiz olarak gelişip olgunlaşmaya devam ederler.
Ama hayvanlar için böyle bir olgunlaşma söz konusu değildir. Onun için onlar böyle şeylerle uğraşıp zaman harcamazlar. Onun için onlar tecrübe edip, tecrübe kazanmazlar. Onlar sadece alışkanlık edinip, alışkanlıkla yaşarlar. Ama o edindikleri alışkanlıklarla yaşarlarken daha önceki düştükleri bir hataya da bir daha kolay kolay düşmezler.
Burada bir örnek vermek istiyorum. Hepimiz eşeklerin inat olduğunu biliriz. Öyle değil mi? Ama maalesef eşekler inat değil, aksine bizler inadız. Çünkü bir yerde bir şekilde zarar gören eşek, bir daha o yerden geçmek istemez. Çünkü şuursal aklıyla edindiği alışkanlık gereği oraya gelince içgüdüsel olarak kendi canını savunmaya geçiyor. Oradan yürüyüp geçip gitmesi için zorladığımızda da elbette eşek ısrarımız üzerine, canını tehlikeye atıp oradan yürüyüp geçip gitmek zorunda kalır.
Şimdi sizlere soruyorum. Eşek mi? Yoksa biz mi? Daha çok inadız. Kararı siz veriniz. Bu bilim adamlarınca denenip ispatlanmış bir şey.
Onun için hayvan tecrübe kazanmaz. Ama uzuvsal alışkanlık kazanır. Ama buna karşılık insanoğlu iradi aklıyla her yaptığı hatadan ders alıp tecrübe kazanır. Onu da ilerde akıl edip kullanmak üzere hafızasına kaydeder.
Peki şimdi sizlere soruyorum. Hayvan hayvanlığı ile düştüğü hataları bir daha tekrarlamak istemezken; akıl, bilgi ve hayatta edindiği tecrübelerle bu kadar çok övünen insanoğlu, neden bu kadar çok hata yapıyor.
Hiç düşündünüz mü?
Düşünmedinizse ben size düşündüklerimi söyleyeyim.
Daha henüz insanoğu, benliğini tanıyıp bencilliğini yenememiş. Her şeyi kendi için bilip, kendi için çalışmış. Bütün dünyanın kendi için yaratıldığını onun içinde kendi etrafında döndüğünü düşünmüş. Onun için kendinden başkasını sevmemiş. Sevmesini bilmemiş.
Sevmediği için sevilmeyeceğini, düşünmediği için düşünülmeyeceğini, paylaşmadığı için paylaşılamayacağını, dünyanın sadece kendisi için yaratılıp kendi etrefında dönen bir mekan olmadığını öğrenip anlayamamış.
Hayatın en önemli öğretilerinden birisi de insanoğlu doğaya nasıl davranırsa doğadan da aynı karşılığı misliyle göreceğini bilip öğrenememiş.
Dolayısıyla bugün başımıza gelen her türlü afetin, dilim varmıyor söylemeye ama ne yazık ki, daha henüz şuursal akılla yaşayan hayvanlar kadar biz insanoğlunun öğrenip anlayamamış olmasından kaynaklandığını düşündüğümü ifade etmek istiyorum.
Halbuki, bilip öğrenip irade kullanamayan akıl, eşekte de var. O halde içinde bulunduğumuz bu gün için insanoğlunun eşekten farkı ne?