Âkif Paşa, divan şiiri geleneği içerisinde yetişmiş ve eserlerinin büyük kısmını bu şiir anlayışına bağlı kalarak yazmıştır. Fakat onun “Kaside-i Adem” diye bilinen şiiri ile torunu için yazdığı “Mersiye” divan edebiyatının dışında bir anlayışla yazılmıştır. İhtiraslı bir yaratılışa sahip olduğu anlaşılan şair, bunu yer yer şiirlerine de yansıtır. Üst düzey devlet görevlerinde bulunan, kimi zaman devlet görevlerinden uzaklaştırılan Âkif Paşa’nın “Kaside-i Adem”i bir bunalım döneminde yazdığını çıkarmak mümkündür. O, bu
şiirinde divan edebiyatından farklı olarak varlığın karşısında yokluğu yüceltir. Divan edebiyatının mersiyesinden ayrılarak halk edebiyatının ağıtına yaklaşan bir duyarlılıkla yazdığı “Mersiye”de ise ölüm sonrasında insan bedeninin değişimini dile getirmesiyle yenilik yapar.
Klasik edebiyat çerçevesinde eser kaleme alan Âkif Paşa (1787-1845), Tanzimat senelerinde daha çok Tabsıra adlı düzyazı kitabıyla tanınan bir siyaset adamı, yazar ve şair olarak belirir. İhtiraslı yaratılışından beslenen kötümser ruh hâli eserlerine de yansır. Şair, fizik ötesini araştıran ve sorgulayan “Kaside-i Adem”de varlığa karşı yokluğu yüceltir. Âkif Paşa, “on dokuzuncu asır başının hayatında, fikrî itiyatlarında, dilinde sarsılmış, değerlere bağlılık ve güveninde eski cemiyetin kesin standartlarından huzursuz bir ferdiyete giden insandır.
Bu itibarla Keçecizâde’nin, Vâsıf’ın ve onlardan evvel gelenlerin birçoğunun eserlerinde hafif belirtiler hâlinde görünen bir yığın şey, Paşa’da bir nevi sarahat kazanır, demek hiç hatalı olmaz.” (Tanpınar, 1982, s. 94). Şair, diğer eserleri arasında hacim olarak nispeten küçük kalan “ ‘Tabsıra’sı, bazı hususî mektupları, ‘Adem Kasidesi’ ve bilhassa torunu için yazdığı o küçük ‘Mersiye’ ile, herhangi bir yabancı tesire mâruz kalmaksızın, sadece hayatının ârızalarıyla yeni denilebilecek bir edebiyatın nümunesini vermiştir.”(Tanpınar, 1982, s. 94).
Onun bu kötümser ruh hâli, buna bağlı olarak ortaya çıkan metafizik buhranı kendisinden sonra, Ziya Paşa ile Abdülhak Hâmit başta olmak üzere, Tevfik Fikret ve Mehmet Âkif’te yansımasını bulur. Bu şiiriyle şair, daha sonra çok sayıda örneğine rastlayacağımız varlık, yokluk, var oluş, dünya, öte dünya bağlamında ızdırap çeken insanı anlatan eserlerin de habercisi gibidir:
Âkif Paşa’nın, “Kaside-i Adem”inden sonra dikkat çeken diğer şiiri torununun ölümü üzerine yazdığı “Mersiye”sidir. Sade dil ve samimi söyleyiş içinde hece ölçüsüyle torunu hakkında yazdığı koşma tarzındaki bu “Mersiye”, klasik mersiyeden ve halk şiiri içerisindeki ağıttan farklı oluşuyla dikkat çeker. Yenileşme döneminde bilhassa Recaizade Mahmut Ekrem ile
Abdülhak Hâmit üzerinde bu “Mersiye”nin etkileri kendini gösterir. Şair, klasik kültürümüzün ölüm sonrasını pek sorgulamayan tavrının dışına çıkarak küçük yaşta torununun ölümünün ruhunda yarattığı derin ızdırabın etkisiyle ölümü ve ölüm sonrasını sorgulamaya girişir. Yer yer mezarlık âleminin içine eğilerek daha önce birkaç örneğine Yunus Emre’de rastladığımız realist bir bakışla orada gördüklerini şiirin dünyasına taşır.
Tıfl-ı nâzenînim unutmam seni
Aylar günler değil geçse de yıllar
Telh-kâm eyledi firâkın beni
Çıkar mı hâtırdan o tatlı diller
(Nazlı çocuğum, aradan aylar günler değil yıllar bile geçse seni unutmam. Ayrılığın beni zehirledi, hatırdan o tatlı sözler hiç çıkar mı?)
Kıyılamaz iken öpmeğe tenin
Şimdi ne hâldedir nâzik bedenin
Andıkça gülşende gonca-dehenin
Yansın âhım ile kül olsun güller.
(Tenini bile öpmeye kıyamazken acaba o nazik bedenin ne hâldedir? Gül bahçesinde o hemen açıverecek gibi duran dudağını gördükçe, çektiğim âh ile bütün güller yansın, kül olsun!)
Tagayyürler gelip cism-i semîne
Döküldü mü siyâh ebrû cebîne
Sırma saçlar yayıldı mı zemîne
Dağıldı mı kokladığım sünbüller
(O değerli cisim değişmeye başlayıp o siyah kaşlar alnına düştü mü? O sırma gibi sarı saçlar toprağa
döküldü mü? Kokladığım o sümbül kokulu saçlar dağıldı mı?)
Feleğin kînesi yerin buldu mu
Gül yanağın reng-i rûyun soldu mu
Acaba çürüdü toprak oldu mu
Öpüp okşadığım o pamuk eller
(Böylece feleğin intikamı yerini buldu mu? Güle benzeyen yanağının, yüzünün rengi soldu mu?
Öpüp kokladığım o pamuk gibi yumuşacık eller acaba çürüyüp toprak oldu mu?)
Döneminin klasik sanatkârlarında açık bir yankı bulamayan bu manzumelerin Şinasi’den sonra
gelen kuşaklar üzerinde etkisi olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Ayrıca bu “Mersiye”siyle Âkif Paşa,
edebiyatımıza, sonradan Recaizade Ekrem ve onun etkisinde yetişecek genç kuşak şairler tarafından işlenecek olan çocuk konusunu da sokar.