Türkler, özellikle İslamiyet’in kabulünden sonra önem verdiği müesseselerin başında aile gelmektedir. Toplumun temelini teşekkül ettiren bu müessese ne kadar sağlamsa toplumda o kadar sağlam demektir. Aile toplumda ortak
yaşama kültürünün temelini teşekkül eder. Aynı evin içinde birden çok kişinin barınması dışarıdan göründüğü kadar basit değildir. Yaşları farklı, cinsiyetleri farklı, medeni durumları farklı, zevk ve alışkanlıkları farklı bir topluluğun yıllarca bir arada bulunması ortak değerlerinin fazla olmasıyla mümkündür.
Her sabah anne, baba ve kardeşler hemen hemen aynı saatlerde uyanır, aynı saatlerde uyur. Ebeveyn bütün tecrübesini çocuklarına aktarır, birlik olmak şuurunu aşılar. Birlik ve beraberliğin fert ve cemiyete kazandırdığı değerleri önemsememek mümkün değildir. Tarih boyunca birlik ve beraberliğin nimetlerinden milletçe faydalanılmıştır. Ne zaman ayrılık baş göstermişse bedelini milletçe ödenmiştir.
Bizi ayakta tutan ve bir birimize yaklaştıran aile yapımız üzerinde amansız bir oyun oynanmaktadır. Maalesef bu oyunda içimizde bazıları da rol almıştır. Bu duruma ister ihanet, ister gaflet deyin neticede zararı bize gelmektedir. Son on yılı saymazsak dünyada en az boşanma vak’ası görülen ülkelerden birisi biz idik.Çünkü “iyi günde, kötü günde ” bir olmaya söz veriş olan çiftler, bir ömür boyu bunun gereğini yerine getirmekteydi.Bu çelik gibi bir irade gücü sayesinde olur. Bu birliğin arkasında neler yoktur ki? Sabır, kanaat, disiplin, saygı sevgi, hak ve hukuka riayet, vatan, millet ve din sevgisi.
Bu durum basit bir hayat tarzı olamaz. Bir cemiyetin her ailesinde olan bu vasıflar o cemiyetin güçlenmesine yardımcı olmaktadır. Birey toplum içinde yaşamanın sırlarını aileden alır. Daha kalabalık ortama uyumu kolaylaşır. Ailelerin bir araya gelmesiyle teşekkül eden cemiyet sanki çok büyük aile görünümündedir. Nasıl ki kendi ailesi içinde belli kurallara göre yaşmasını öğrenmiştir, cemiyet içersinde de kimseyi rahatsız etmeden yaşayabilmelidir.
Bu tarz altında yetişen bireyler ortak yanları çok fazla olan cemiyetler inşa eder. Sonra da ortak bir kültür ve medeniyete sahip olurlar. Bu güçlü devlet demektir. Güçlü devlet demek kuralları kendi koyan devlet demektir. Güçlü devlet, hür devlet demektir. Güçlü devlet demek kendinden başka devletlere ihtiyacı olmayan devlet demektir. Sadece kendi yağı ile kavrulan değil muhtaç olanlara da yardımcı olan devlet demektir.
Bu gün Avrupa’da kilise aileyi korumak için çareler aramaktadır. Bu vasıflara uygun aile yapısı bizde yani Osmanlı’da vardı. O zaman biz yani Osmanlı güçlü devletti. Önce âlimler bozuldu sonra, aile ve sonra cemiyet… Daha sonra biz olduk. Şimdiki halimizi İzzet Molla’nın şu mısraları kısmen de olsa açıklıyor:
Meşhurdur fısk ile olmaz cihan harab
Eyler anı müdahanei aliman harab
Yaklaşık olarak açıklarsak:
Günah işlemekle dünya harap olmaz ama ilim adamları dalkavukluğa başlayınca işte o zaman işler karışır.
Önce âlimler dalkavukluğa başladılar. Sonrada sırasıyla diğer bozulmalar peş peşe geldi. Günümüz de bilerek ve bilmeyerek aile yapımız o kadar tahrip ediliyor ki. Ne tarihten ders almasını biliyoruz, ne de önümüzü görebiliyoruz. Müthiş bir erozyon var. Bunun farkına vardığımızda vakit çok geç olmuş olabilir. Gençlerimizin evlenme yaşı artmaya başladı. Aile olmanın şuurunu ve sorumluluğu üstlenmeliler. Belli bir süre bohem hayatı yaşadıktan sonra aile olmanın idrakine varmaları güç olur. Kendilerini hür saydıkları veya sandıkları zaman geçince, aile ortamına olan intibak güçleşir. Nihayetinde bu durum cemiyete sirayet eder ve ahlaki bir çöküş başlar. Sadece bu yüzden helâk olan kavimler vardır. Biz kendimize çeki düzen vermezsek, kendi helâkimizi kendimiz hazırlamış oluruz.