Bu zamanda bilimsel konuşmak kolaydır. Hele de iletişim araçlarının kolaylaştığı, bu konu ile alakalı sayısız bilimsel çalışma ve uygulamaların olduğu zamanımızda…
Şunu da belirtelim ki, Olayın olduğu anda ekran başına geçip neyin nasıl olması gerektiğini anlatmak “bu işin piriyim ya da ben dememişmiydim” den öteye geçmez.
Kaldı ki,
Deprem gibi onlarca yılın sorunu olan bir konuda ‘hemen sonuç alınacak’ çözümler sunmak ütopyadan başka bir şey değildir.
Geçen gün, 86 yaşında olan kayınvalideme “hiç deprem yaşadın mı” diye sorduğumda “hatırlamıyorum” cevabını verdi.
Hiç musibet yaşamamış birine o musibetin vahim bir şey olduğunu anlatmak kadar zor bir şey yoktur.
Daha ötesi…
Bir ucu ekonomik imkânlara dayalı, özelde deprem konusunda yaşanmışlığı ve buna bağlı olarak bilinçlenme yok ise… Hepten zordur.
Bunun bir ayağı da toplumun yaşam biçimi ve hayata bakışıdır. Yüzyıllara dayanan (özelde) deprem konusundaki bilinçlenme hemen oluşacak bir şey değildir.
Öncelikle toplum durağan hale gelmelidir. Eskilerin dediği gibi oturmuş olmalı ve uzun yıllar içinde kendi kurallarını oluşturmalıdır.
Biraz açalım,
1960’dan özellikle 1980’den sonra köylerden şehirlere, kasabalardan büyük anakentlere nüfus hareketliliği yaşandı ve yaşıyoruz.
Ayrıca,
Kısa zamanda zenginleşip sınıf atlamalar ve dünya nimetlerinden daha fazla nasiplenmek istemeler toplumu “topluluk” haline getirmiştir.
Toplum olamayan toplulukların geleneksel yaşam anlayışları yani kültürü dumura uğradığı gibi, yerine ikame edilecek kanunlar, yönetmelikler toplumu disipline edecek güçte olamayacaktır. Olmadığı gibi… Uygulayacak otoritede zannettiğimiz gibi gereken disiplini sağlamayacaktır.
Çünkü…
Bunu uygulayacak otoritenin de o kanunu uygulayacak idrakten yoksun olduğunu göreceğiz.
Bu ilânihaye böyle mi gidecektir. Gitmez elbette ki…
Topluluk belli süreçlerden geçerek kendi değerlerini yeni baştan oluşturur, toplum haline gelir. Bu süreç toplumun zenginleşmesinin yanında eğitim hızı ve kalitesi ile alakalıdır. Aynı zamanda disiplin de gereklidir.
Bu arada,
Kanun koyucular inanmadıkları ya da idrakine varamadıkları halde kanunları neden çıkarırlar ve uygulamazlar?
1- Bu konuda boşluk olmaması gerekir.
2- İleride doğacak sorumluluktan kaçmak içindir.
3- İyi niyetle “hiç olmazsa hiç yoktan iyidir” düşüncesidir.
4- Uygulanabilirliğinden pek emin olmasa bile teoride gerçekleştirme düşüncesidir.
5- Konuyu kanunlarla zorlaştırarak o alanı tekeline almaktır.
Bu saydıklarım, hayatın her alanında gelişmemiş toplumlarda görülür.
Ekonomik gelişmemişliğe paralel medeniyette de gelişememiş toplumların ortak kaderidir. Medeniyette gelişmişlik ideolojilere ve dini inançlara bağlı değildir. Medeniyette gelişmişlik ilmin ışığında şekillenmiş, gelişmiş ve ekonomi ile beslenmiş “hayat felsefesi”dir. İdeolojiler ancak medeniyetin niceliği olabilirler. Kalite yani nitelik hayat felsefesi ile ALAKALIDIR.
Depreme dönelim
BELEDİYELER
Üç-beş ay önce mezun olmuş bir “okumuş” imar müdürü olabilir mi?
Ya da,
Daha yeni çömez mühendis yapılacak bilmem kaç katlı binanın projesini kontrol edip onaylayabilir mi?
Veya… Tecrübesiz bir mühendise merdiven altında çizilmiş proje üç-beş kuruşa sorumluluk imzası attırılabilir mi?
Cevabınız elbette hayır olacaktır. Ama ne yazık ki benim cevabım evet olacaktır. Hem de aleni ve büyük bir çoğunlukla.
DEVAM EDECEK…