Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
AH O KELEPÇELER
28 Ocak 2023 den şöyle uzanıp baktım gerilere, 28 Ocak 2015 e hiçbir şey değişmemiş kaderde.
Sadece değişen yürünen hayat yolunda alınan yaşlar ve yol yorgunluğu… Ama insanı yoran yol değil, o yolda yürüyen diğer insanların bazıları. Yani egosuna gem vuramamış olanlar…
Neyse: Kahvemi aldım çıktım balkon bahçeme. Baktım Gökyüzü karalar bağlamış, gök ağlamakta.
Sordum nedir bu ağıt. Der ki sevinç gözyaşıdır toprağa kavuşmamın… Ama karalar maviye kelepçe takmıştır o ağlamaz mı dedim. Ben ağlıyorum onun yerine dedi…
Yeni bir güne başla bakalım neler dolduracaksın içine… Yeni bir gün yeni hikâyeler… Beklide yeni acılar yeni aymazlar… Beklide kulağıma sevdiğini sandığım ve yıllarca yüzüme bakanlardan yeni yalanlar, tavan yapmış yeni egolar, bir had bilmemezlik, kendini üstün görüp etrafına yukarıdan bakmalar… Yalanları bastırmak için günün içine hırçınlıklarla dolu sahte tebessümler…
O kelepçeler var ya o kelepçeler. Sadece suçlulara mahsus değildir o kelepçeler. Onlar için var olmamıştır sadece.
Elimizde olmayan durumlara, sesimizi duyuramadığımız zamana mahkûmuz. Keşkelere, pişmanlıklara mahkûmuz… Mahkûmluğumuzu duygularımızla kelepçe vurmaya çalışıyoruz.
Yeri geldiğinde duygularımızı kelepçelemeyi bilmeliyiz, bilmeliyiz ama içimizdeki bitmemiş hikâyeleri ne yapacağız…
Çünkü herkesin bir hikâyesi vardır Mavi olan, herkes kendi hikâyesini en acıklı hikâye zanneder ama değildir. Hep beterin beteri vardır. Onlar bitmezler bir türlü, göçüp gittikten sonrada yaşanırlar…
Çocuk saflığında neleri bırakmışız. Nasıl kaybetmişiz kendimizi karanlık dehlizlerde, hem güne hem güneşe hasret…
Dönmüyor eskiye ne zaman nede kaybolan düşler… Doğurmuyor muştuyu güne doğan… Neden, nerede?..
Mavi gülüşlere yaslanmıştık ya, vurulurduk pembe düşlere, dokunurduk sahte olmayan dudak kıvrımlarından dökülen içten gülüşlere…
Ne oldu şimdi, ak sayfalardan fışkıran masal gibi hayallerimize ne oldu, kim aldı, kim çaldı…
Kim saldı ruhumuzu iklimsiz kalan soğuk düşlere…
Maviye çalsın bütün gülüşler, yeşile kessin düşler…
Bilir misiniz?.. “Kelebekler ömürlerinin kısa olduğunu bildiği için âşık olmaz sevmezlermiş, sadece uçarmış uçabildiği kadar.”
Hayatımda birçok şeyin düş dünyasında yaşanan masallar gibi olmasını isterdim. Sorgusuz, sualsiz ama bir o kadar anlamlı. Kaçımız düşündü üçgeni, kareyi, çemberi?.. Okul sıralarında ki notlar dışında!..
Ben düşündüm; üçgeni, kareyi neden sevmediğimi. Çizgileri o kadar keskindi ki hayattan aldığımız darbeler gibi…
İşte bu yüzden en çok çemberi sevdim. Çizgileri belirgin ama keskin değildi.
Rahatça dolaştıra biliyordun hayallerini içinde, yoktu acıların ve sevinçlerin gizleneceği kuytu köşeler. Korktum hep yükseklerden. Âmâ kanat çırpmaktı en büyük düşüm…
Göğün maviliklerinde, bembeyaz tüylerle… Hayatta belkilerimiz, çünkülerimiz, dünkülerimiz birde keşkelerimiz vardı ama o keşkeleri unutturacak PEMBE DÜŞ’ lerimiz vardı.
Mevsimler değişiyor, insanlar değişiyordu. Âmâ düşlerimiz bizimle biz gibi kalıyordu. Kim bilir, belki de düşlerimiz bir hayaldi ve hep öyle kaldı hayatın haritasında. Ama bildiğim bir şey var yaşamdan umut aldık, ömür verdik karşılığında. “DÜŞLERİMİZİN DÜŞÜNÜ” kurduk, o umutlarla. Karşılığında ömür vermiş olsak da…
Ben hatalarımı ve acılarını seviyorum; çünkü beni ben yapan değerlerdir onlar. Kısa ömürlü de olsa gençlik hatası da olsa ben hatalarımı seviyorum. Benim hatam çünkü” demek ne kadar güzel ne kadar samimi bir itiraf…
Hatalar olmazsa hata yapmadıklarımızı anlayamayız… Hatalar tecrübedir ve en pahalı tecrübe en iyi tecrübedir…
Hatalar gül yüzlüdür onlar, tekil olamayacak kadar da çoğul… Yaptığı yaramazlığın farkında olan bir çocuğun masumiyetini taşırlar ve o çocuğun affedildiği andaki ifadesini…
Hatalarım, gül yüzlülerim… Düşünüyorum, sadece tek bir tanesini bile yapmamış olsaydım, bir seçim eksik kalmıştım ben ve bir yol hiç gidilmemiş kalmıştı…
Hatalar… Bazen can sıkan, bazen can yakan hatalar… Bazen eksilten bazense olası olumlu sonuçları nedeniyle çoğaltan hatalar… Bazen gerip kopartan, bazense gerginlikten sonraki çekimle daha da birleştiren hatalar… Bazen yıkıcı, bazense yapıcı sonuçlara yol açan hatalar…
Ömrüm boyunca çok hatalar yaptım, sonuçlarından çok dersler aldım…
Bazen azaldım, bazen çoğaldım, çoğalttım…
Hatalarımla hayattan koptum yeri gelince, yeri gelince hatalarımla hayata tutundum…
Hayatı öğrendim düşe kalka… Yıka döke… Düşmeden kalkmayı öğrenmek zor…
Yıkmadan yapmayı öğrenmek zor…
Hatalar… Bazen kötü niyetli, bazen iyi niyetli hatalar… Bazen nefret dolu, bazense sevgi dolu hatalar… Bazen kasıtlı, bazense bilmeden, istemeden yapılan hatalar…
Yaşayarak öğreniyor insan…
Bir merdivenin bilinmeyen basamaklarına çıkmak uğruna, tükenmez egolarını tatmin etmek için, kendi kendine ve çevresine iftira atanları öğreniyor… İnsan…
Hataları ve doğruları yaparak öğreniyor hayatı ve hayata dair her şeyi… İnsan…
Kendini ve karşısındakileri bu hatalar ve doğrular ile tanıyor, tanıtıyor… İnsan…
Yeni gün nelere gebe bilinmez doğrusu. Yaşayıp öğreniyor işte… İnsan…
Evet, ”yeni bir gün derken düne yatıp düne uyanıyoruz. Bu günü dünümüz belirliyor.” Bu nedenle derim ki hep bu gününüz dünden güzel olsun dostlar…
Mavi dünyada mavilikler ve yeşiller içinde mavi ve yeşil bir hayatınız olsun, bu günden yarına hüzün sizden uzak dursun, sağlık hep sizinle olsun, cebinizde namerde muhtaç olmayacak kadar para, sofranızda bereket olsun. Yüzünüz güleç, neşeniz bol, gününüz huzurlu, gününüz sağlıklı, gününüz sevdiklerinizle olsun. Umut ve sevgi gönül sofranızın baş tacı olsun…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Umut ve sevgi gönül sofranızın baş tacı olsun…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#