“Çocuktum.
Anneme; “Ağaca çıkacağım, yardım et.” dedim.
“Başkasının çıkardığı yerden inemezsin, düşersin.” dedi.
Bunu hiç unutmadım. Ne kadar doğru olduğunu büyüyünce anladım.”
Moda İlkokulu’nun modası geçmeyen müdürü olmak için çalışıyoruz .
Çocukları çok seviyoruz. Tüm çabamız onların nihai mutluluğu için.
Mutluluğun bir varış değil bir yolculuk olduğunu öğrenmeleri için.
“Çocuktur düşer, düştüğü yerden kalkmasını bilmeli” prensibini düstur edindiğimiz için.
Ancak son zamanlarda WhatsApp veli gruplarında öğretmenlerini, sınıflarını, okullarını yönetmek isteyen bir veli grubu türedi.
Kar küreyici ebeveynler, helikopter anneler, buldozer babalar sık sık sınıf yönetimine, okuldaki eğitim sürecine kendi çocukları lehine müdahale etmekte.
Okul rehberlik servisleri öğretmenlerin ve okul yönetimlerinin işini güçleştirmekte.
Kimseye güvenmeyen, histerik bir paranoya ile sarsılarak pandeminin olumsuz etkilerini hala yaşayan, kendisini çocuğuna adayan bu grup en ufak sorunda pedagogum pedagogum diyerek, psikologum psikologum diyerek , çocuğumun psikolojisi bozuldu diyerek kendi bozuk psikolojisi ile okul iklimini ve okulda çalışanların psikolojisini de bozmaktadır.
İlkokulda okuyan çocuğunun sınıfına girip çıkan, başkalarının çocuklarını azarlayan, hatta suçlayan, onları eliyle işaret eden ‘anneler’ hızla artıyor.
Özellikle de ilkokulda…
Öğretmenler ve bazı veliler durumdan şikâyetçi.
Peki, kendi çocuklarını korumak adına başka çocuklar üzerinde baskı kurmak doğru mu?
Bir veli çocuğunun sınıfına girmeli mi?
Bu durum çocukları nasıl etkiler?
Velilerin her fırsatta çocuğunun sınıfına girmesi doğru mu?
Bu veli, çocuğunun sınıfta karşılaştığı sorunlar karşısında kendi başına karar vermesini, toplumsal kurallara uymasını, annesi veya babası olmadan karşılaştığı sorunu çözme becerisi geliştirmesini engellediğini biliyor mu?
Okul ortamındaki otorite figürü öğretmendir, veli değil.
Sınıfın sorumluluğu da öğretmendedir.
Eğer veli, her fırsatta çocuğunun sınıfına girip işleyişe müdahale ederse hem kendi çocuğunun hem de diğer çocukların psikolojik, sosyal ve ahlaki gelişimlerini olumsuz yönde etkiler.
Üstelik çocuğun sınıfını ve öğretmenini benimsemesini, onlara güvenmesini ve kendini o sınıfa, yani o sosyal guruba ait hissetmesini de sabote etmiş olur.
Çocuğun okula gitmesi, onun artık ailesinden ayrı olarak, farklı bir sosyal ortama dâhil olduğu bir süreci ifade eder. Bu, çocuğun bireysel gelişiminin bir parçasıdır ve tek başına o ortama uyum sağlaması çok önemlidir. Çünkü çocuğun bağımsızlığını kazanacağı en önemli sosyal ortamı okuldur.
Böyle bir durumda çocuk kendini yalnız, yılgın hisseder.
Bunun yanı sıra, diğer çocukların da kendilerini yalnız, desteksiz hissetmesine, velisi sınıfa giren arkadaşlarına ayrıcalık tanındığı için ona karşı kızgınlık duymalarına ve kendilerini haksızlığa uğramış hissetmelerine; bu nedenle de öğretmenlerine ve okullarına güvenmemelerine de neden olabilir.
Eğer sınıfta bir sorun olduysa ve anne veya baba ‘sorun çözücü’ olarak sınıfa müdahale edebiliyorsa çocuk, kendini arkadaşlarının yanında yetersiz, bir yetişkin tarafından korunmaya muhtaç hisseder. Hatta durum biraz daha ileri gidebilir ve çocukla “bebek, beceriksiz, anne kuzusu, vb.” şeklinde dalga geçilerek sağlıklı arkadaşlık ilişkisi kurmasına da engel oluşturur.
Çok istisnai, özel durumlar dışında ve sınıf öğretmeniyle okul rehberlik servisinin önerisi olmadan bir velinin çocuğunun sınıfına girmesi doğru değildir.
Anne babalar, çocuklarının bireysel özelliklerini tanımalı ve çocuklarının yaşına uygun gelişim özelliklerini bilmeliler. Bu doğrultuda öğretmenle iş birliği halinde çocuğun gelişimine katkıda bulunmalılar.
Ailelerin çocukların arasındaki sorunlara yetişkin bakış açısıyla bakmamaları gerekir. Çocuklar duygularını yoğun ve hızlı yaşarlar.
Bir önceki teneffüste kavga ettiği arkadaşıyla bir sonraki teneffüste keyiflice oynayabilirler. Bu nedenle anne baba müdahaleci olmamalı, çocuğunun kendi sorunlarını çözmesine yardımcı olmalıdır.
Ebeveynlerin çocuklarına yapılan sıradan arkadaşlık sorunlarını kişiselleştirmemeleri, “Benim çocuğuma bunu nasıl söyler ya da yapar?” gibi bir yaklaşımdan kaçınmaları gerekir.
Çocukları her ebeveyn için en kıymetli varlıklarıdır. Onları koruyarak sağlıklı, mutlu ve özgüvenli büyütmeye çalışmak elbette birçok ebeveynin ilk amacıdır. İşte tam da bunu sağlayabilmek için onları biraz özgür bırakmak, kendi çevrelerini kurmalarını, arkadaşlıklarını ve ilişkilerini geliştirmelerini izlemenin atılacak en önemli adımlardan biridir.
Nacizane 2 çocuk babası ve yılların eğitimcisi olarak ailelerimize birkaç öneride bulunmak isteriz;
Onların sizden bağımsız birey olmalarına izin verin.
Sorun yaratıcı ya da sorunu destekleyici değil, çözüme yönlendiren olun.
Sürekli okulda ne yaptıklarını, arkadaşlarının nasıl davrandığını irdeleyici tarzda sorular sormamaya özen gösterin.
Basit tartışma ya da atışma şeklinde olan arkadaşlık sorunlarını kişiselleştirmeyin.
Bırakın kendi çözsün.
Böylece özgüveni artacaktır.
Öğretmenler hakkında çocuğun yanında olumsuz söylemlerde bulunmayın. Öğretmene saygının önemli olduğunu hissettirin. Hiçbir çocuk saygı duymadığı bir yetişkini dikkate almaz ve dinlemez.
Okullarda akran zorbalığını görmezlikten gelmeyeceğimizi belirterek son sözü söylüyoruz;
“Kozasını kendi delemeyen tırtıl, kelebek olup uçamaz.”
Erhan Ziya SANCAR
Eğitimci Yazar