Okuması yazması yoktu ninemin. Ama feraset sahibiydi.
Aklı, izanı vicdanı vardı. Aklıyla arar bulur sorgular, izanıyla kurgular, vicdanıyla tartardı söyleyeceklerini.
Sözler söyleyenin aynasıdır derdi.
“Mizanı (ölçüyü-teraziyi) el tutmaz vicdan tutar” derdi. “Kirli vicdanın tuttuğu terazi ya kabaktandır… Ya da dirhemi boktandır” derdi.
Adaplı konuşmaya ölçülü bir tanım geliştirmenin tanımını da bulmuştu kendince.
“Ağzına(diline) geleni söyleme sakın. Birini tut, sekizini yut” derdi.
“Boğaz dokuz boğum” deyimini de buna bağlardı.
Hepsi bu kadar da değil. Namus ve haya kavramlarını, şalvar, ip ve ağız ile öylesine bağdaştırmıştı ki, arlanmaya yepyeni bir anlam katmıştı.
- Ağız, şalvarın ipi gibidir. Sıkı tut ki, ar’ın içerde kalsın. Ne edebine söz gelsin, ne de namusuna göz dikilsin.
Keşke, kirli ve hoyrat söylemli siyaset sahipleri onun bu söylemlerinden birazcık ders çıkarabilmiş olsalardı, dil üzerinden gönüller bu denli kirlenmeseydi.. Sözüne sahip çıkmayı namusuna sahip çıkmakla eş tutardı.
- Sahip çıkmayacaksan içindekine, şalvarda ipin işi ne?
*
Şalvarın ipini sıkı tutamayana “Gevşek” der Anadolu insanı. Dilini tutamayana da aynı sıfatı takmaları rastlantı mı sizce?
Bir kere “Gevşek” demişse birine, muteber saymaz artık onu. Gevşeklik arsızlık ve hayasızlıktır onun gözünde. Ar damarı çatlamışlıktır arsızlık. Edep ve, haya yoksunluğudur.
*
Yüzü kızarmaz ar damarı çatlamışsa adamın.
Bu noktadan sonra ne şalvarı ip tutar, ne de dil durur kazıkta… Ne de boğazın dokuz boğum oluşu umurundadır artık ar damarı çatlamışsa adamın.
Yılların birikmiş kin ve nefreti dökülürken dudaklarından, sanırsınız ki hırsından çatlayacak; kendi öfkesinde boğulacak.
Mübah görür her sözü kendine. Arsızlığı cesaretinin kaynağıdır artık. Ne dilin şirazesi kalmıştır, ne de hakaretlerin endazesi.
Siyaset, kirli dile kurban edilmişse, siyaset, hizmet yarışı olmaktan çoktaan çıkmıştır artık. Demokrasinin olmazsa olmazı sayılan seçimler de, seçimi kazandıracak her yolun mübah sayılacağı bir mecraya sürüklenmiştir.!.
Böylesine kirlenmiş bir siyaset dili, kendi inançlarını bile kirlettiğinin farkında değildir artık.
En acısı da, bunca olanlar karşısında hukukun sessizliğidir… Sessizliği kadar da iki yüzlü çifte standardıdır.
Oysa, hukuk biterse, çöken devletin çatısı altında kendilerinin de kalacağını bilmez değillerdir hem yasa koyucuları, hem de uygulayıcılar.
Bir soranı da kalmamış mıdır artık“bu aymazlık neden”?. Soranı kalmışsa bile takanı mı kalmamıştır zaten?
*
Kendilerini milletin inançlı(!) vekilleri görenler bile; kendi inançlarına dahi ihanete varan yalan ve safsatalarla dolu söylemleri halk kitleleri önünde dile getirir hale gelmişlerse, o ahlak, o dürüstlük güven mi verir? O inancın vicdana sığar yeri kalmış mıdır acaba?
Kendi inancını bile kirli siyasetine araç yapabilmek adına hayasızca kullanmanın adı “Siyaset yarışı” ise bin lanet öyle yarışa da siyasete de, hizmete de!.
*
Ey Allah’ım sana şu sorumu haddime say: Şu sözler edilirken sen neredeydin?
- Allah bizim başımıza başbakanı(mızı!) nasip ettiği için hergün iki rekat şükür namazı kılmalıymışız.
- Erdoğan ümmetin lideriymiş!… (Peygamber neci öyleyse diyecek vicdan yok mu hiç?)
- Erdoğan’a dokunmak bile ibadetmiş!…
- Erdoğan Allahın tüm vasıflarını üzerinde toplayan lidermiş.
- Başbakanın sözü peygamber sünnetiymiş.
- Erdoğan’ı Görünce salavat getirirlermiş.
- Peygamber hata yapmış, bunlar yapmamış.
- Yeni bir devlet kuruluyormuş… Erdoğan da onun kurucu lideriymiş.
- Cumhurbaşkanına itaat, farz-ı ayınmış (Mutlak uyulması şart emir)
- Peygamberin de diploması yokmuş!… (Olmadığı yönünde itiraf gibi..)
- AKP’ye oy, kıyamet gününün beraat belgesiymiş.
- AKP’ye oy verenler ahirette sorgudan muafmış.
- Aya, 4 şeritli yol yaptık deseler, seçmenleri inanırmış…
Hey Allah’ım, buna inanan senin kulların mı aptal; yoksa bunları söyleyen kulların mı çok kurnaz?
“Sana buradan kemik düşmez” de denildi muhalefet liderine. (Nedendir bilinmez cevap gelmedi bu adice benzetmeye) Bu sıfatın yakıştırıldığı kişi senin kulun değil mi? Bu senin gücüne gitmiyor mu ey Allah’ım.
Sorumu yineliyorum; Ey Allah’ım: Bu sözler edilirken sen neredesin?
Böylesine inançlı görünüp de hem sana şirk koşmanın, hem senin kullarına yapılan bunca hakaretlerin karşılıklarını, ahirete mi erteleyelim?
Bunca dünyalık suç ne olacak? Dünyalık suçları ahirete ertelemek, adaletli midir?
Yukardaki söylemlere inanacak kadar saf(!?) kullar yaratmak, yüce şanına dokunmaz mı senin!?…
Sırf bir makam kapma, ya da kaptığı makamı kendisine mülk görüp bırakmama uğruna, dini çarpıtarak, halkı kutsalları üzerinden aldatanlara bu fırsatı vermek, yüce şanına yakışır mı senin!?…
Hey Allah’ım!… Bunca gevşeklik tahammül sınırlarını taşırmadı mı senin?”
Hep mi alıp-silip, süpürüp götürdün, ağzını şalvarın ipi bilenleri?
Yeter artık!… Delip takıp, salma!…
Faydası yok işte, ne halka, ne topluma, ne de sana.
Saldın madem; biraz da takip et bari!..
Hukukun takibe alacağı yok.