Memleketimden İnsan Manzaraları 486
Ağa Uşak, Ağa Maraba İster!
Dicle mezunu öğretmen Refik Türk’ün derlediği ‘Hoşot (Dicle) Anıları’ adlı kitapta öyle gerçek öyküler var ki, yüreğini sızlatır; her okuyanın. Onlardan biri de 1968 mezunu öğretmen Ahmet Deveci’nin ‘Dicle’ye İlk Adım’ başlığı altında anlattıkları. (*)
Bu eserde yer alan 33 Dicleli gibi, yaşadığı gerçekleri olduğu gibi yazmaktan korkmamış o da. Gizlemeye, üstünü örtmeye, hele hele allayıp pullamaya kalkmamış hiç. (Ve bu anıların derlenip toparlanmasında en çok emeği geçenlerden biridir o.)
Benim gibi, sizin gibi yoksul bir köylü çocuğudur; bu sevgili kardeşimiz de. 1940’lı yılların başında Ergani yakınlarındaki Hoşot kırsalında Dicle Köy Enstitüsü olarak kurulup 1954’te adı Dicle İlköğretmen Okulu olan bu eğitim kurumu olmasaydı, ağaya uşak olacaktı o da.
Ayrıca çok bilinçli bir annesi vardı ki, en büyük şansı da buydu; Ahmet Deveci’nin. Köy ilkokulunu bitirip Dicle’nin yazılı sınavını kazanınca, “Sen bu köyden kurtulacaksın. Seni okutacağıma söz vermiştim; rahmetli babana. Ne iyi, bak kazandın sınavı.” diyerek belli eder sevincini. İyi iyi ama bir de sözlü sınavı var bunun. Oğlunun ayakkabısı da yok, şalvarı da… Ne olacak şimdi? Annesi bir postal, bir de şalvar bulur. Emanet… Diyor ki Deveci:
“Eve geldim, giydim. Tam bana göreydi. İlk kez postal ve şalvar giymenin sevincini yaşıyordum. Sözlü sınav günü geldi çattı. Gece hiç uyuyamadım. Sabah erkenden emanet urbalarımı giyip kapının önüne oturup ağladım. Ailemi düşündüm, annemi düşündüm. Kim bilir bu urbaları isterken ne kadar üzülmüştür!”
Annesini o durumda gözünde canlandırınca gözleri dolar. ‘Gitmesem mi acaba?’ derken, Teyze oğlu Mustafa, “Haydi teyze oğlu, kamyon hazır.” diye seslenince, aile bireyleriyle vedalaşıp köy meydanına doğru yürür. 12 arkadaş atlayınca kamyonun kasasına, tozu dumana katarak sürer aracını şoför.
Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinin bir köyünden önce Gaziantep’e varırlar. Oradan ilk kez bindiği trenle Malatya, sonra da Ergani İstasyonuna… İstasyonunun hemen yanı başındadır okul. Ertesi gün yapılan sözlü sınavda sorulan üç soruya da doğru yanıtlar verir. Sınıftan çıkarken öğretmenlerin, “Aferin, zeki çocuk” dediklerini duyunca su serpilir yüreğine. Ertesi gün sınav sonuçlarının açıklanacağı duyurulur. Her öğrenci gibi, Deveci de heyecanlıdır. Birecikli 11 arkadaşının adı okunur ama Deveci yoktur içlerinde. ‘Eyvah, kazanamamışım. Ailemin yüzüne nasıl bakacağım ben şimdi!’ diye üzülürken, kazananları okuyan öğretmen, “Şimdi de ilk altıya girenleri açıklıyorum” der. Ancak kazananların sevinci, kazanamayanların üzüntüsüyle karışık bir uğultu olduğundan okunanları iyi duyamaz Deveci. Fakat aynı köyden bu okulun birkaç yıllık öğrencisi olan Kâzım Abisi, “Burda, burda!” diye bağırarak Deveci’yi önce kucaklar, sonra omzuna alır.
Hem babası öldüğü için yetim, hem ailesinin çok yoksul olduğunu bilen arkadaşları da çok sevinirler bu habere. Ertesi gün aynı yollardan geri dönerler köylerine. Annesi çok sevinir; oğlunun bu başarısına. O da annesini sevindirdiği için mutludur. Evet de annesinin gizli gizli ağladığını öğrenmesin mi! Niçin acaba? Çünkü okula kayıt için gerekli 15 lirayı verecek gücü yoktur.
-2-
Nerden bulsun bu parayı kadıncağız? Deveci annesini daha fazla üzmemek için okula gitmemeye kara verip, “ Anne, niye üzülüyorsun? Ben sizleri bırakıp nasıl giderim? Gitmiyorum işte, gitmeyeceğim!” derse de annesi ona sıkıca sarılıp, “Hayır, sen okuyacaksın. Ben seni öteki kardeşlerin gibi ağaya uşak, ağaya azap yapmayacağım” der.
Anne oğlunu ne kadar çok seviyorsa, oğul da anneyi öyle çok sevmektedir. Deveci, annesini güç durumda bırakıp üzmemek için okula gitmemeye karar verir. Arkadaşlarına da söyler. Okula gitme günü gelip çatar. Sınavı kazanan arkadaşları topluca eve gelip veda ederler; Deveci’ye. Onlarla birlikte o da gider köy meydanına. Kamyona binen arkadaşlarını el sallayarak uğurlar. Yüreği kan ağlarken, annesi üzülmesin diye neşeli görünmeye çalışarak döner eve. Ve hemen Salih Ağa’nın isteğiyle karın tokluğuna azap (uşak) olur; o aileye.
İşi sığırları gütmek, altlarını temizlemek, yemlerini vermektir. Geceleri ahırda yatar, yemeğini ahırda yer. Yemeğinin ne olduğunu merak ederiz diye açıklamış: “Birkaç kaşık bulgur pilavı, bazen de soğan ve kuru ekmek…”
Bir gün öküzlerin önüne fazla saman koyduğu için “Ağa”dan güzel bir dayak yer! Kaldırıp kaldırıp yere çarpar; 12 yaşındaki çocuğu. Ağa dediğin böyle olur işte! Bakmaz, kimsenin gözünün yaşına. (Deveci, bu güzel dayak için, ağaya niçin teşekkür etmemiş; anlayamadım!)
Aç yattığı günler de oluyormuş. Bir gün öküzleri sulamak için kuyudan su çekerken dengesi bozulup kuyuya düşmek üzereyken, ağanın gelini İslim Teyze kurtarır onu.
Okullar açılalı bir ayı çoktan geçmiştir. Azaplığa alışır. Evlerini unutmaya, gitmemeye çalışır. Bir gün yine ahır işlerini yaparken, annesinin onu kapıda beklediğini haber verirler. Günlerdir oğlunu görmeyen anne yavrusuna özlemle sarılıp, “Okula gidiyorsun” müjdesini verir. Ancak oğul sevineceğine, “Hayır anne, ben okula gitmeyeceğim. Ya ağa sana kızarsa?” deyince:
“Kara yere kızsın. Sen okula gideceksin. Kardeşlerin gibi seni ona azap etmeyeceğim. Sen kurtulacaksın buralardan. Okuyacaksın, adam olacaksın. Bizi hiç düşünme. Ve hiç arkana bakma.” diyerek alıp götürür; oğlunu eve.
Annenin bu kararlı ve cesur tutumu üzerine haber derhal yayılır köye. Akrabalar, komşular koşup gelir. Kısa sürede bayram yerine döner evleri. Kadınlar zılgıt üstüne zılgıt çalar, halaylar çekilir, neşeyle oynar herkes.
Sonra ne mi olmuş?
Bugünlük bu kadar… İzninizle arkasını haftaya anlatırım.
————————————————————————————
(*) HOŞOT (DİCLE) ANILARI, Köy Enstitüsü’nden İlköğretmen Okulu’na: Siyah Beyaz Kuşağın Renkli Dünyası, Derleyen: Refik Türk, Ozan Yayıncılık, İstanbul 2024, 320 Sayfa
Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr
Tel: 0535 371 74 83