Ümitsiz, çaresiz ve ayakta sallanıyordu. Evde yiyecek türünden hiçbir şey kalmamıştı. Bir ekmek dahi olsa, eve götürmesi gerekiyordu. Yamalı bir paltoya sarılmıştı. Onu terlikle gören ürperiyordu. Başındaki kalpağın ahı gitmişti. Yüzünün güneş yanıkları lekeler haline gelmiş, başındaki fesinin yıpraklarından saçları dışarı çıkmıştı.
Değneğinin ucundaki bohçası da yürümesine uymuştu. Birkaç kelimeyi durmadan tekrarlıyordu. İnsanlara yaklaştığında irkiliyor, eğri yürüyor, dizini tutuyor ve sesini yükseltiyordu. Yanından geçenler hoş olmayan bir kokuyla karşılaşıyordu.
Adını sayıklıyor, Ramazan deyip duruyordu. Sırtındaki camadanı püsküllü ve sökükleri virajlı yollar gibi dikilmişti. Yüzü boyun atkısı kadar kararmıştı. Gözleri dönüyor ve gelen geçeni kolluyor, çevresine bakıyor ve bir tedirginlik yaşıyordu.
Tekin bir insan olmadığı belliydi. Köy yoluna saptı ve biraz daha kamburunu çıkararak yürümeye başladı. Evlere geçiyor ve istiyordu. Dilenciyi arada görüyorduk. Fakat çevre köylerden değildi. Başka bir kasabadan olabilirdi. Soruları duymamış, anlamazmış gibi yapıyor ve normal cevap vermiyordu.
Burnu uzamış, yüzünün lekeleri yağ sürmüş gibi parlıyordu. Sesi genizden ve boğuk çıkıyordu. Bakışları sabitmiş gibi dik dikti. Köye yukarı da aynı kelimeleri tekrarlarken, bir kişiyi gördüğünde, bağırarak ramazan, ramazan diyordu.
Gözlerindeki masumiyet ifadesi, kurnazlık ve sinsiliğe dönüşmüştü. Bu dönüşümle başka bir kişiyi taklit eder gibiydi. Dilenci köyün ilk mahallesine saptı. Kimse görmediğinde hızlı yürüyor, irkilme ve belli kelimeleri tekrar ediyordu.
Mahallenin ilk evine saptı. Kapıyı çaldı, kapıyı yaşlı nine açtı.
Nine, hoş geldin, buyur, adın nedir? dedi.
Dilenci adım Ramazan, dediğinde,
Nine, oğlum sana peynir ayırmıştı. Bekle vereyim dedi. Divanın altındaki tenekeyi çekemedi. Gücüm yetmedi, gel tenekeyi al, dedi. Dilenci tenekeyi çekti, kucağına kaldırdı. Teşekkür etti, oğlunuza selam söyleyin, onunla konuşmuştum, çok sağ olsun, dedi.
Tenekeyi çuvala sardı, omuzuna aldığı gibi geri döndü. Dilenci adeta gençleşmişti. Sırtının kamburu düzeldi. Kasaba tarafına gitti.
Akşamüzeri Nine divanında uyuyordu. Oğlu çarşıdan geldi. Nine oğlunun sesine uyandı. Kalktı ve büyük bir iş başarmanın gururuyla; Oğlum, Ramazan geldi. Ona ayırdım dediğin teneke peyniri verdim. Oğlu şaşırdı. Nine ne ramazanı ne tenekesi, tenekeyi ramazanda yeriz diye ayırmıştık.
Nine, tenekeyi ramazana ayırdığımızı sen demiştin. Ben de verdim.
Oğlu sinirlendi, konuşmadı ve iyi ettin, diyecek bir şey yok, dedi.