Sevgili okuyucular, seçim döneminde seçim yorumları yapmaktan bıktım. Bu pazar sohbetinde milletvekili adaylarımıza bazı faydalı tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Üslûbumun şakacılığına aldırmayın, aslında bu tavsiyelerin tamamı da gayet ciddi ve önemlidir.Aman konuşmanıza dikkat edin!
Efendim, seçim konuşmalarının nevi şahsına münhasır bir usûlü ve âdâbı vardır. Kürsüye çıkıp da öyle haber bülteni okuyan TRT spikeri gibi konuşamazsınız. Heyecanlı olmalı ve özellikle alkış beklediğiniz cümlelerin son kelimesini vurgulayarak ve sesinizi yükselterek söylemelisiniz. 1986’da yaptığım ilk seçim konuşması fazla alkışlanmayınca çok üzülmüştüm. Rahmetli Mustafa Taşar, ‘Bak ağabey, bırak şu akademik, bürokratik hüviyetini de artık bağırmaya başla!’ diye ikaz edince, aynı konuşmayı tavsiye ettiği gibi yapmış ve müthiş alkışlanmıştım.
Ha! Bu arada elinizi, kolunuzu, hatta mümkünse ayaklarınızı ve bedeninizi de oynatmayı ihmal etmeyin. Dinleyicileriniz sizi anlamasa bile, hiç değilse seyrederek hoşça vakit geçirebilir.
Seçim nutuklarında kalabalıklarla iletişim kurmak da çok önemlidir. Halka soru sorar ve onlardan cevap alırsınız. Fakat, siz gene de dinleyenlerin arasına sesleri gür ‘miting amigoları’ yerleştirmeyi unutmayın. İşin en tatlı yanı da, rakip siyasi liderleri ağır şekilde eleştirerek yuhalattırmak ve sonra da asilâne bir edayla ‘yuhlamayın arkadaşlar!’ demektir.
Bir ufak tavsiyem daha var. Sakın, kalabalıktaki ajitatörlerin attığı laflara cevap vermeye de kalkmayın.
‘Baba! Beni tanıdın mı?’
Efendim, bazı siyaset amigolarının her önüne gelen politikacıya öksüz danalar gibi ‘baba!’ diye böğürmesine oldum olası çileden çıkarım. ‘Ulan, ben senin nereden baban oluyorum’ diyesim gelir. Lâkin, bu modayı başlatan Demirel’e dişinizi gıcırdatarak, anasını hatırlamışçasına amigonun başını baba şefkatiyle okşarsınız… Gel gelelim, kazık gibi heriflerin küçük dillerini sergileyerek ‘Kurtar bizi babaaa!’ diye böğürmeleri kulağa hiç de hoş gelmiyor. Hem her lidere bu hitap da yakışmaz ki canım. Meselâ, Kılıçdaroğlu’nun babaya benzer yanı var mı?..
Efendim, seçmeni tanımak da çok önemlidir. Fi tarihinde karşılaştığınız birisi, sokakta, kahvede, şurada, burada sizi köşeye sıkıştırıp, yüzünüze manalı bir şekilde bakarak ‘Baba beni tanıdın mı?’ diye sorabilir. Eğer iyi bir oyuncuysanız, ‘Seni nasıl tanımam, tabii ki tanıdım’ diye sırıtarak cevap verirsiniz. Ama karşınızdaki ‘Bil bakayım, nereden?’ diye tutturabilir. Buyurun cenaze namazına… Bazıları ‘Soyadın neydi?’ diye sorarlar. Akılları sıra, muhatabı cevap verirken soyadını, adıyla birlikte söyleyecek ve işin içinden sıyrılacaklardır. Fakat genellikle yalnız soyadlarını söyleyerek cevap verirler. Bence en iyi cevap, ‘Kusura bakmayın, hatırlayamadım’ deyip dürüstlükle işin içinden çıkmaktır.
Gene halk, sanıldığı gibi kendi şivesiyle değil İstanbul Türkçesi ile konuşanları tercih eder. Hele mahalli şiveyle konuşalım derken beceremeyip pot kırarsanız size kıçlarıyla gülerler.
Giyiminize dikkat edin
Efendim, politikada geçerli olan kıyafet, koyu renk -tercihan lâcivert- takım elbise, beyaz gömlek ve kravattır. Sakın ola ki, halktan yana görüneceğim diye mahalli kıyafetlere heves etmeyiniz. Meselâ, başınızda kasket, üzerinizde yelek, şalvar, ayağınızda çarıkla filân ortalıkta dolaşmaya kalkmayınız. Sonra, hem çok gülünç duruma düşer, hem de halkı hafife almış olursunuz.
Bir de bazı sosyetik çevrelerde spor giyim merakı vardır. Adam, üzerine bir tişört geçirir, altına da bir blucin giyer; spor ayakkabısıyla arz-ı endam ediverir. Adayın bu şekilde sığır çobanı (cowboy) kıyafetiyle dolaşması da pek doğru olmayacaktır.
El sıkışmaya ve öpüşmeye dikkat!
Efendim, bildiğiniz gibi bendeniz Türkiye’nin el sıkışma ve öpüşme rekortmeniyim. Her ne kadar meydan-ı siyasette Demirel, Ecevit, Baykal, Erbakan gibi çok uzun müddet kalmadımsa da hepsinden daha fazla el sıkıştığım ve öpüştüğüm bir gerçektir. Siyasette bulunduğum 15 yıllık dönemde 10 milyondan fazla vatandaşımızla el sıkışıp, öpüştüğümü tahmin ediyorum. Üstelik, bunlardan çoğuna elense çekip güreştiğim de söylenebilir.
Bir uzman sıfatıyla sevgili adaylara el sıkışıp öpüşürken çok dikkatli olmalarını tavsiye ederim.
Bir defa, kalabalıklar arasında ellerinizi daima hazır tutacaksınız. Elinizin parmak kısmını hiç bir şekilde muhatabınıza kaptırmayacak; bilakis onun elinin parmak kısmını sıkmaya çalışacaksınız. Yoksa maazallah eliniz bir anda eziliverir.
El sıkışırken, karşınızdaki elin ucuna mübarek elceğizinizle dokunmayacaksınız. Muhatabınızın elini kavrayıp tâ gözlerinin içine gülümseyerek sevgiyle bakacaksınız (Meselâ, Demirel elinizi sıkarken havalara bakar. Mesut Yılmaz da kaşları çatık timsah gibi güler).
Öpüşürken ‘trafiğe’ dikkat etmeniz gerekir. Öpüşmeye siz sağ yanaktan başlarken, muhatabınız sol yanaktan girişirse, elin adamıyla dudak dudağa gelmeniz işten bile değildir. En kötüsü de ağustos sıcağında adamcağızın terli burnunu getirip ağzınıza sokmasıdır. Benim başıma bu tür trafik kazaları çok geldi…
İşte, bendenizin ‘elense usûlü’nü geliştirmemin sebebi de budur. Karşınızdakinin ensesinden yakalayınca, hem elinizi haşat olmaktan kurtarır, hem de seksi öpüşmelere maruz kalmazsınız.
Değerli milletvekili adaylarına başarılar dilerim.