Sabah solunum egzersizlerimi yapıyordum.
Sıra kültür egzersizlerine gelmişti ki, sokağın sesi penceremden temiz havayla birlikte içeri doldu.
“Adana fıstığı bu. Çifte kavrulmuş fıstıkçı geldiii… Kilosu 10₺… Almayan ağlar, alan da az aldığına yanar.”
Egzersizimi bırakıp balkona koştum.
Yoktu sesin sahibi.
Biraz bekleyeyim, dedim kendimce.
Aynı sesi yeniden duydum.
‘Yahu neredesin be adam?
Alacağım işte fıstıklarından. Neredeysen çık ortaya işte.’
Utanmasam avaz avaz “fıstıkçııı” diye bağıracaktım. Yapamadım.
Annem hep uyarmıştı bizi:
“Kızların sesi çıkmamalı. Hele balkondan balkona konuşmak çok ayıptır. Kimse edepsiz, demesin size.”
Edepli olmak adına o terbiye mayası tee çocukluğumuzdan beri çalınmıştı ruhumuza.
Balkonda beklemeye devam ettim.
İyi de oldu. Az sonra beyaz bir minibüs evimin önünde park etti.
Başladı aynı anonsu yinelemeye:
“…Adana fıstığı bu. Çifte kavrulmuş fıstıkçı geldiii… Kilosu 10₺… Almayan ağlar, alan da az aldığına yanar.”
Adam susmuyor yahu!
Dayanamadım. Sesim yettiğince bağırdım:
“Fıstıkçıııı… Heyyy!”
Bu kez de sesim cılız ve ince çıkmıştı.
Satıcı nefes almadan tekerliyordu. Ben de sesimi daha çok arttırarak;
“Heyy, fıstıkçııı!”
Ayy, karnım ağrıdı ya!
Duyması mümkün değildi ki. Kendi sesinden başka…
Ah, o da ne sustu!
Bu kez bağırdım, da bağırdım!
Yok, yok duymuyordu!
“Sağır mı bu adam yahu!?”
Sesim daha yüksek çıkmıştı. Alt komşum güldü. Beni dinliyormuş.
“Ay, Emine abla ya, çok komiksin!”
Komşuma laf yetiştirirken fıstıkçı aracından indi. Genç biriydi.
“Hele şükür, duydu beni, bak.” Dedim.
Yok, yine duymamıştı. Kulağına yapıştırdığı cep telefonuna bakıp duruyordu.
Ah, o telefonu çekmediği için anonstan vazgeçmişti, demek..!
Sesimi temizleyip ona seslendim:
“Heyy, sen ne biçim fıstık satıyorsun öyle?”
Bu kez genç fıstıkçının dikkatini çekmiştim. Sağa sola, yukarı aşağı bakındı önce.
“Buradayım, burada… Kendi sesinden başka kimseyi duymaz mısın sen?”
Bu kez de beni şoklayan bir yanıt vermez mi!
“Abla, Hakkı Bulut ölmüş. Onu konuşuyorduk nişanlımla!”
Hoppalaa!
Neydi şimdi bu?
“Yahu, diyorum ki… Beş konuş, bir sus da, birazda biz konuşalım.”
“Haklısın abla. Fıstığım çifte kavrulmuştur. Bu fiyata hiçbir yerde bulamazsın valla. Kaç kilo istersin?”
“İyi hoş da… Ben tadına bakmadan alamam ki…”
“Dur atayım sana tat bir…”
Bulunduğu yerden balkonuma bir fıstık fırlattı ki, tam isabet masamın üzerine düşmüştü.
Tadına baktım. Güzeldi.
Gerçi yoğurtçu yoğurdunu tatlıdır der, ekşi dediği hiç görülmemiştir.
Fıstıkçıya yine de sordum:
“Kışa kadar dayanır mı?”
“Seneye bile yersin Ablam. Bunlar Adana’nın çifte kavrulmuş yer fıstığı…”
Aklıma yine Kovit-19 takılmıştı. Hani, demişti ya nebatat doktorları,
“Fıstık yiyin. Bağışıklığınız kuvvetlenir. Korona olmazsınız.”
Güvendim, aldım 4 kg.
“Sağ ol abla. 15 gün sonra evleneceğim. Para biriktirmem lazım. Bu nedenle 25 liralık olan fıstığı 10 liraya satıyorum. Aklına bir şey gelmesin. Allah bereket versin.”
Delikanlı mutlu ayrılırken kapımdan, son sözü ona bırakmadım.
“Fıstıklarının hepsini satmak istiyorsan anonsa biraz ara ver. Ver ki, müşterilerin sana mendil sallamasınlar. Para uzatsınlar.”
Ne dese beğenirsiniz?
“Nişanlıma bunu siz söyleyin. Beni rahat bırakmıyor ki…”
Güldüm sabah sabah…
“Hey Allah’ım! Sen akıl dağıtırken bu çocuk neredeydi?!.”
Zekâ koşarken, kurnazlık uçarmış, akıl da yürürmüş.
Bu yüzden geç gelirmiş.
Fıstıkçı genç, galiba Adana’ya yürüyerek gidecek. Düğününe yetişemeyecek, gibi görünüyor.
Emine Pişiren / Kocaeli