Köy pazarı kalabalıktı. Köylüler el emeği, göz nuru ürettikleri eşyaları satmak için pazarda yerini almıştı.
İnsanlar köy pazarını bildikleri için yolda hemen herkes koşuyordu. Bu durum pazara olan ilgiyi gösteriyordu. Babam, “Geç kalsak aradığımızı bulamazdık,” dedi.
Gök yüzü alabildiğine berraktı. Bulutlar nereye çekildi diye soruma babam kızmadı ama işin içinden de çıkamadı. Bana baktı ne söyleyeceğini bilemedi. Yolun altında sesler geliyordu. Akşam kaştan araba yuvarlanmış, dediler. Babam da sıkıntıdan kurtuldu.
Pazara girdiğimizde sevindim. Pazar yeri meyilli olduğu için de rahat yürünmüyordu. Geçen sene kardeşim birkaç defa düşmüş ve dizini soymuştu. Yaramazlığını göstermiş, onun için bugün de inek beklemeye kalmıştı.
Babama gülerek dokundum, adamı ve heybesini işaret ettim. Babam da güldü. Adamın eni boyu bir. Heybe yerlerde sürünüyordu. Saçları gitmiş, yüzünün yanığı ileri seviyede kızarıklık kararmaya dönmüştü. Heybenin ceplerine uzanamıyor. Uzanması için eğilmesi gerekiyordu.
Pazarda sergiler ilgimizi çekiyordu. Almasak da bakıyorduk. Kendimizi kaybetmiş durumdayız. Babam, kesici aletler satan sergiden, keser ve kerendi aldı. Babama baktım ve çakı bıçaklarını işaret ettim. Başını eğdi ve beğen dedi. Sevinçle çakıların yanına oturdum.
En güzel ikisini seçtim. Bir benim ve diğeri de kardeşimin diye. Babam satıcıya eğildi ve “Çakı bıçaklarının kalitelisini verirmisin,” dedi.
Babamın neden öyle söylediğini anlamadım. Beğendiğim iyi değil miydi?
Satıcı beğendiklerimi bıraktı ve kendisi iki tane aynı özelliktekileri verdi. “Amca sen bunları almalısın,” dedi. Babama “Amca” deyince, “Nereden tanıyorsun,” dedim. Yanımıza omuzunda heybe olan adam yaklaşmasın mı? Babama baktım, yine işaretle, heybeyi istedim.
Heybeyi sordu. Adama bakamıyorum, gülerim diye korkuyorum. Eni boyu bir adam. Kardeşimin olmasını aradım bir bahaneyle gülerdik. Babam heybeyi sorunca adam, “Satmak için almadım ama bana büyük geldi küçüğünü alacağım, size vereyim,” dedi. Sevindim, heybeyi eni boyu bir olan adamdan alacaktık.
Babam camadanını bana verdi ve heybeyi omuzuna attı. Babama daha iyi yakıştı. “Bana da küçük camadan,” dedim. Babam Pazar yerinden çıkar gibi yürüdü. Dönerciye gittik. Ekmek arası döner aldı. Ayrıca bir ekmeğin arasını da döner doldurttu eve götürecektik.
Başka ne istersin bitirmeden “Pestil” dedim. Pestili ve bir de köy ekmeği aldık.
Babam yine satıcılara bakmadan yürümeye başladı. Bir şey alacak ama ne olduğunu anlamadım. Büyük bir serginin önünde durduk ve tamamı yünden örülmüş küçük camadan istemesin mi? Sevincime “Yaşasın” diye bağırdım. Camadan çok güzeldi. Babamın camadanını verdim ve küçük camadanı sırtıma aldım.
Baktım ve al camadanını der gibi yere bıraktım. Babam güldü. Yalnız aldıklarımızı camadanıma koydum. Yayla komşumuza rastladık ve mor güneş gözlüklerine de güldük. Bir anda çevremizi kuru sis sardı. Babam gidelim, dedi.
Pazardan çıktık, esinti yağmur getireceğe benzemiyordu. Heybe ve camadanımızla obaya geldik. Kardeşim koştu ve yanımızda durabildi. Kardeşime “Sana ne almış olabiliriz. Camadana bakma,” dedim. Kardeşim, pestil ve üzüm dedi.
“Heybenin hangi cebini istersin,” dedim. Elini daldırdı ve çakı bıçağını aldı. Havaya zıpladı. Ötekine bak dedim ve o da aynısıydı.
Heybeyi aldığımız adamı tanımladım ve gülerek çimene çıktık.