Ilık bir ilkbahar sabahıydı. Güneş henüz yeni yeni gösteriyordu. Sokakların arasında yürüyüşe çıkan insanların tıkanmış nefes seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Yolda yürüyen uzun saçlı, ince bakışlı bu kadın bugün büyük bir yükün altından nasıl kalktığinı düşündükçe kalbinde kelebekler uçuyordu. Uzun yolun iki sırasında duran baharın gelmesini haber veren ağaçlar kırmızı, beyaz ve pembe çiçekleriyle insanın yüzüne gülüyordu. Biraz daha yol ilerdiğinde arnavut kaldırımlarından sarkan sakız sardunyalar mis kokuları ile adeta havanın durumunu değiştirmişti.
Yolun iki yanına sıralanan beyaz boyalı, mavi kapılı evlerinin cumbalarından rengarenk çiçekleri ile adeta şenlikli kasaba evlerini andıran bu yer onun iç huzurunu anlattığı hikayenin sadece bir kısmıydı. Uzun süredir hayatına dair neleri doğru, neleri yanlış yaptığını düşünüyordu. Sonra terazinin kefesindeki doğru ağırlık bu bahar şenliğini kutlamaya onay vermişti. Bu onu aşırı mutlu ve romantik yapmıştı. Hem bu yolu yürüyor, aynı zamanda ince ince düşünüyordu. Mutlu olmayı hak etmek için ne yapmıştı? Nasıl bir vicdan sahibi onun bu mutluluğu yaşamasına izin vermişti? Bazen deniz kıyısındaki martılara attığı simit tanelerimi? Yoksa küçük bir çocuğun gözlerindeki gülümsemeyi sağladığı için mi? Yoksa adalet denen terazinin önünden geçerken hep doğruları söylediği için mi? Yoksa yaşlı ve bakıma muhtaç insanlara yardım ettiği için mi? Yoksa gücün güç olduğu zamanda her zaman mazlumun yanında yer aldığı için mi? Aslında bütün bu soruların tek bir cevabı vardı. Vicdan ve adalet duygusu. İşte buna sahip olmak insan olmanın bir gerekliliğidir.