Bu millet bir zamanlar çok zor günler yaşadı. “Hasta Adam” deyip üzerimize çullandılar. Hastanın yataktan kalkmaması için onun hayat damarlarını kesmeye kalkıştılar. 1. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması’yla yurdumuzu tamamen elimizden almaya kalktılar. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız, her karışını şehit kanlarıyla suladığımız bu topraklarda hür yaşamayı bize reva görmediler. Fakat hürriyeti yemek içmek gibi temel ihtiyaçlardan biri olarak gören Türk milleti, esaret zincirine vurulmayı kabul etmedi. Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bu aziz vatanda düşmanlarla sonuna kadar mücadele etmeyi yeğledi. 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla şanlı kurtuluş mücadelesinin fitili ateşlendi. Atatürk’ün önderliğinde topyekûn bir Kurtuluş Savaşı’na girişildi. Milletimiz yedisinden yetmişine kadar bu mücadeleye ortak oldu.
Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı kanaatinden hareket edilerek çıkılan bu çetin yolda çok büyük zayiatlar verilse de hürriyet için canını vermeye hazır olan Türk milleti teslim olmayı hiçbir zaman düşünmedi. Amasya Genelgesi’nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920’de TBMM’yi açtı. Bu zor şartlarda millet egemenliğini tercih eden Atatürk, bu millete her zaman inandı ve güvendi.
Önceleri düzenli ordumuz yoktu. Bir avuç gönüllünün gayretleriyle mücadele ediliyordu. Fakat bunun böyle olmayacağını anlayan Atatürk, düzenli ordunun bir an evvel kurulması kararını aldı ve uyguladı. İlk başarı, Doğu’da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı. Bu savaşlarda alınan zaferler milletimizin inancını ve kendine güvenini daha da pekiştirdi. “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz” emrini veren Atatürk, düşmanın peşini bırakmadı. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesi’yle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşması’ndan beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Bu durum, zor şartlarda ölüm kalım mücadelesi veren ordunun moralini düzeltti. Türk ordusu kazandıkça ilerliyor, düşmanın tahammülünü ve dayanma gücünü kırıyordu. Sakarya Savaşı’ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanın tamamen bitirilmesi planlanmıştı. Bunun için büyük bir gizlilik içerisinde büyük hazırlıklar yapıldı. Ordumuz Gazi Mustafa Kemal’in idaresinde, 26 Ağustos 1922’de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos’ta düşman çember içine alındı; sağ kalanlar esir düştü. Yunanlıların ayakta duracak halleri kalmamıştı.
Yunan Başkomutanı Trikopis de esir düşmüştü. Bu savaş, Atatürk’ün başkomutanlığında yapıldığı için “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” olarak tarihe geçti. Fakat İzmir’in de düşmandan kurtarılması gerekiyordu. İyice harap ve bitkin haldeki düşman, ısrarla takip edilerek İzmir’de düşmana son darbe vuruldu. 9 Eylül 1922’de İzmir’in de alınmasıyla yurdumuz düşmandan temizlendi. Millet olarak bu şanlı zaferler silsilesinin son ayağı olan “Başkomutanlık Meydan Muharebesi”nin kazanıldığı tarih olan 30 Ağustos’u Zafer Bayramı olarak kutluyoruz. O eski günleri hatırlayıp bu bayramda daha çok kenetleniyoruz. Daha güçlü olmamızın ve daha güçlü kalmamamızın birlik ve beraberlikten geçtiğini idrak ediyoruz. Güçlü olan milletlere başka milletlerin saldırmaya cesaret edemeyeceğini biliyoruz. Sözlerimi Atatürk’ün zafere dair şu sözleriyle bitirirken şanlı milletimizin Zafer Bayramı’nı kutluyorum:
“Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan gayeyi elde etmek için gerekir en belli başlı vasıtadır. Gaye, fikirdir. Zafer, bir fikrin istihsaline hizmeti nispetinde kıymet ifade eder. Bir fikrin istihsaline dayanmayan zafer payidar olamaz. O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.”