Genç kız yatağında doğruldu. Dışarıda dumanlı soğuk bir kış havası vardı. İsteksizce yüzünü yıkamak için banyoya yöneldi.
Çeşmeyi açtı. Gözleri kollarındaki kabuk tutmuş kaşınma izlerine takıldı. Akan suyun lavaboyu dolduran sesi bakışlarını kollarından ayırmasını sağladı. Yüzüne bir kaç defa kuvvetli su çarptı. Çeşmeyi kapattı. Aynada görüntüsüne baktı. Genç ve duru bir yüzü vardı. Sadece 20 yaşındaydı. Ama o yorgun gözlerini gördü.
İçine yaşlı bir teyzenin tüm yaşanmışlıkları oturmuş, sanki ruhunu ele geçirmişti.
Banyodan uzaklaştı. Ayağına gelip sürtünen kedisine kaydı bakışları.
Acele mutfağa girdi. Küçük bir tava aldı. Tavaya biraz yağ koydu. Isınmasını beklemeden üzerine bir yumurta kırdı. Yumurtanın beyazı pişince kedisinin tabağına boşalttı. Onun bol şapırtılı yiyişini izledi.
“Bir kedi mutluluğun ne olduğunu bilir mi acaba” diye düşündü.
Üzerini değiştirdi.Kedisine gösterdiği özeni kendisine göstermek istemedi.
.Akşamdan kalan çayı ısıttı. “Bayat ekmeğin arasına koyacağım beyaz peynir ve bayat çayla midemin isyanını bastırabilirim” diye düşündü. Ve öyle yaptı…
Kendini bildi bileli sorgulamadan geçen günü olmamıştı. Aç, açık değildi ama dünyanın adaletsizliği onun düşüncelerini ele geçirmişti.
Arkadaşları izlediği bir filmde, okuduğu bir kitapta veya oynadığı bir oyunda hızla gerçeklerden kopup geçici de olsa mutlu dünyalara girebiliyorlardı. Kendisi ise
açlıktan ölen çocukları, bitmeyen salgın hastalıkları, hayvanlara edilen eziyetler, güç uğruna girilen savaşları, öldürülen masumları, zengin açgözlüler yüzünden köle gibi çalıştırılan kitleleri düşünüyor içindeki acı bir an olsun onu terketmiyordu…
Bir senedir tedavi görüyordu. Nedensiz başlayan kaşınmaları ve düzensiz uykuları yüzünden doktora gitmişti. Gittiği psikiyatrist ömründe kimsenin vermediği bir duyguyu vermişti ona. Kendini anlayan bir bakış, koşulsuz kabul ediş… Ancak onun yanındaki iyileşme duygusu bir kaç saat sonra kayboluyor yine karamsar dünyasına dönüyordu…
O sabah her zamankinden farklı bir duygu vardı içinde. Risk alma isteği…
Bugün dedi yaşamın yaşanırlılığına dair bir iz arayacağım. Sadece gece yarısına kadar bulamazsam başka bir yola gireceğim…
O güne ilişkin yapması gerekenleri düşündü. Tamamlaması gereken bir ödevi vardı. Yine üniversitenin kütüphanesine gitmeye karar verdi.
Evden çıktı. Yolda annesini aradı. Her zamanki yakınmalarını dinledi. Hiç bitmeyen derdi, kendini dinlemeyen eşiydi…
O da hep yaptığı gibi babasını annesine karşı savundu. Konunun uzamasına izin vermeden annesi ile vedalaştı.
O soğuk puslu kış günü her günkü gibi yaşandı…
Akşam eve döndüğünde yaşamın güzelliğine dair hiçbir şey taşıyamadı…
Aklında hep mendil satan küçük çocuklar, kışın soğuğundan kendini korumaya çalışan evsizler kalmıştı…
Ne kadar istese kendini teselli edecek bir şeyler bulamadı. Önündeki bir kaç saat oyalandı. Boşu boşuna bir işaret bekledi. Gelen ne bir telefon vardı ne de okuduğu güzel bir haber…
Kararını uygulayacaktı. Yapması gereken son işleri düşündü. Kedisi için bolca kuru mama koydu. Su kabına taze su ekledi.
Mutfağa gitti. En büyük boy bardağa su doldurdu. Salondaki kanepeye oturdu. Eline aldığı şeker çekiciliğindeki ilaçları tek tek birer yudum su eşliğinde içti. Suyu ve ilaçları bittiğinde önce midesinde kuvvetli bir ağrı hissetti. Sonra etraf silikleşmeye başladı…
Acaba kısa ömründe yaşanmaya değer bulmadığı, milyarlarca insanıysa sonuna kadar yaşatan şey neydi?
– Belki de onlar haklıydı… Eli son bir gayretle telefonuna uzandı…
Aklında hep mendil satan küçük çocuklar, kışın soğuğundan kendini korumaya çalışan evsizler kalmıştı…