Hani kinayeten cahil, gafil veya angaje bir kesim “dinler arası diyalog” diye menfur bir furya başlattı. Böylece, öncelikle Kur-an’ı Kerim, Cenab-ı Peygamber, bilumum Hadis-i Şerif, İcma, İctihat ve Kıyas-ı Fukaha bir kenara atılıp; Ashab-ı Kiram, Ashap-ı Güzin, Evlâd-ı Resul ve Asr-ı Sâadet imamlarının “arı-duru, saf ve samimi İslâm’ı” yok sayılıverdi.
Eş zamanlarda Âl-i İmran Suresi 19 âyet hutbelerden kaldırıldı.
Rabbin, kul hakkı dâhil, af ve mağfiret kapılarının tümüyle açık olduğu yalanı yayıldı.
Akabinde Vahhabilik benzeri bir “light/yumuşak” İslâm akımı aldı yürüdü.
Tabii Amerika bu ara “Furkan” adlı, sözde hakiki Kur-an’ı piyasaya sürdü…
Diğer taraftan AB müktesebatına göre misyonerlik, yasal güvence altına alınıp serbest bırakılırken; Başta Avrupa olmak üzere, dünyanın her tarafında “irşâd” faaliyetlerine despotik önlemler getirildi. AB’de, özel konut dışında Türkçe konuşmak men edildi. Camilere ‘minare’ yapma yasağı katılaştırılırken, minareden “hoparlörle ezan okumak” bütün Vahşi Batı ve eski SSCB hinterlandında Azerbaycan ve Bosna Hersek dâhil “şerefsizce ve soysuzca” yasaklandı.
Bunların hiçbirine diyanet kurumu karşı çıkamadı veya çıkmadı.
Diyanet, bir defa bile; “AB’ye karşıyız” diyebilme yürekliliğini gösteremedi!..
Birilerinin; Özellikle İslâm’a ve insan’a mutlak aykırı olmasına; Dahası binlerce akıl, ilim, hukuk, ahlâk ve egemenliğe aykırı dayatmaya maruz kalınmasına rağmen ‘domuzlaşmış’ bir karakterle AB kapılarında pineklemeyi sürdürmeleri, apaçık sorumsuzluk ve dinsizliktir..
Bu minval üzere yürüyen süreçte Diyanet bir boy hedefi ve günah keçisi oldu.
Vahşi Batı’ya yağcılık, yardakçılık ve yalakalık uğruna her kepazeliğe tevessül edildi.
SÖZDE Müslümanlara RAĞMEN DÜNYADA VE TC’DE İSLÂM
A- DÜNYA
1. Beni Kaynuka kabilesi Yahudileri olan Suudi ailesi (Faysallar), Skoç riti masonları tarafından icat edilen Vahhabilik, türevi Bahailik, Suriye odaklı ve İran Hasan Sabah patentli Allavi haşhaşilik vasıtasıyla Arap âleminde İslâm’ın adeta kazındı. Arap coğrafyasında Türk – İslâm, yani Osmanlı eserleri, tıpkı Yunanistan ve Ermenistan da olduğu gibi yok edildi. Ata yadigârı azınlık Türkler, en son Telâfer’de olduğu gibi katliam ve soykırıma tabii tutuldu.
2. Kesin yasak olmasına rağmen Kutsal Şehir Mekke’de, kâfirden geçilmiyor.
3. Hac mahalli olabildiğince daraltıldı. Tarihi Osmanlı Kalesi yıkılarak edilerek yerine, mukaddes Kâbe’yi, hâşâ “bir kulübe mesabesine kadar düşüren ve küçülten” devasa tower ve Hilton gibi dev oteller yapıldı. Hacılar için çifte standartlar ile VIP olanakları geliştirilerek; Milyonlarca yıllık kutsal ibadet “amansız bir ticarete” dönüştürüldü. Kurban etleri ise, “azami 7 gün içinde kendi memleketlerinde kesebilme imkânına” ve milyonlarca aç İnsana rağmen, alçakça telef edilmeye devam olunmaktadır.
4. Başta Mısır, İran ve Suudi Arabistan’da mut’a nikâhı, turizmi teşvik, fuhuş ve kadın ticareti amacıyla en yaygın biçimde uygulanırken; Genç kızlara sünnet vahşeti yaygın sakatlık ve can kaybına neden olmakta; Somalili Müslümanlar korsanlık, Cezayir ve Tunuslular fahişe ticareti yapabilecek kadar düşmekte, aşağılık ve süfli işlere tevessül edebilmektedirler. Oysa, Nizam-ı Âlem’in ve İlm-i Kur-an’ın buna cevazı yoktur.
5. Bazı Arap ve İslâm ülkesinde Camiler kilitli. Nüfusu 100 bini aşan şehir Camii ve Mescitlerinin cemaati yoktur. Türkiye dışında ”Tadil-i Erkân” adeta unutulmuştur. Müslüman olmalarına rağmen, buralarda insanlar yalan söyleyebilmekte, yalan yere yemin edebilmekte, çok rahatlıkla hırsızlık, yolsuzluk yapabilmekte, mutlak men edilmiş olmasına rağmen haram aylarda kendi milletleri ve dindaşları ile vahşice savaşabilmektedirler.
6. Mücbir haller, zaruret ve istisnalar dışında esas olan Müslüman’ın Müslüman ile ticareti iken; İslâm coğrafyasının bütün artı değer ve birikimleri öncelikle düşman milletlere peşkeş çekilmekte ve pek çok Müslüman devletin zevaline seyirci kalınmaktadır. (4)