Tarih boyunca istisnalar hariç hemen hemen bütün savaşlar toprak, yer altı ve yerüstü zenginlikleri ve bunlarla siyasi, ekonomik, askeri güç elde etmek için güçlüler tarafından istenmiştir. Yoksa güçsüzler kaybedeceği belli bir savaşı neden istesinler?
Suriye kaynıyor, Suriye’de muhtemelen bu sonbaharda Mısır-Libya benzeri bir devrim/bahar yaşanacak. Esad bugüne kadar on binlerce vatandaşını katletti. İran-Rusya ve Çin’in pazarlık paylarını arttırmak için destekledikleri bu katliam insanlığı yerin dibine batıracak türden.
Ancak bizi asıl telaşlandıran bu devrim sonrası sınırların (‘çizgilerin’) değişip değişmeyeceği konusu.
Çünkü dünyada ‘yalnızca bizim adına Kuzey Irak dediğimiz’ Irak Kürdistan Yönetim’ı benzeri bir federe yapının Suriye’nin Kuzey’inde de oluş(turul)ması riski var. Yani ‘Kuzey Irak’tan sonra bir de ‘Kuzey Suriye’ federe bir yapıya giderse bu ‘Türkiye’nin tehdit algısına göre’ kabul edilebilir bir durum değil.
Evet,
Türkiye’nin algısı bu ve haklıyız da, ama;
İslam Birliğine inanan biri olarak söylüyorum: Unutulmaması gerekir ki 941 yıldır kardeş olan bu halk (Kürtler) en zor zamanlarda (Malazgirt Savaşı, Haçlı Savaşları, Kurtuluş Savaşı, Kore, Kıbrıs
Savaşları) dahi kardeşliği ve birlikteliği zedelemeyi düşünmemişlerdir. İsteselerdi, en zor zamanlarında Türk kardeşlerini zorda bırakabilirlerdi Kürtler, sonuç almak da daha kolaylaşırdı. Bilmeyenler iyi okusun, bakın, Kürtler her yıl 120.000 (yüz yirmi bin) gencini ülkelerini savunmak için askere gönderiyor, severek ve isteyerek.
Sınırlar, çizgiler her ülke için vazgeçilmez gibi görünse de sık sık değişir. Sadece son bir asırda kaç ülke kuruldu, kaç ülkenin sınırları değişti? Buna bakmak kâfi. Peki, acaba asırlar sonra sınırlarla ilgili hassasiyet ve algı bugünkü gibi kalabilir mi? Mesela ben Halep’siz, Kerkük’süz, Musul’suz, Saraybosna’sız… bir sınırın dayatılmasını kabul etmiyorum. Sahi, bizim için sınırlarımız oralara kadar değil mi?
İnsanlık ailesinin tarihteki ilk yürüyüşünün üzerinden birkaç bin yıl geçtiği söylenmektedir. Her ne kadar son yıllarda fosillerden elde edilen bulgularla bu serüven daha uzun süre olarak iddia ediliyorsa da, süre maksadımızı ifadeye mani değildir.
Hadis ve Kur’an ilimlerinden -deryada katre misali- haberdar biri olarak Kur’an-ı Mubin’de zikredilen ‘dünyanın kâinatla beraber yok oluşu (örnek Kıyamet Suresi 1-13) olan kıyamete’ dair “kıyametin yakın olduğu, hatta bazı rivayetlerde ‘ikinci binin yarısını bulmayacağı’ mealli rivayetleri Resul-i Ekrem’in mübarek ağzından bu haliyle çıktığına dair kanaat taşımıyorum. Rivayetin diğer bazı konularda olduğu gibi bilahare hadis kitaplarına girmesi muhtemel. Bu sebeple kıyametin “yakın” değil, çok çok “uzak”; on binlerce, belki de milyonlarca yıl sonra olabileceğine inanarak diyorum ki;
Gelecek asırlarda insanlar bizim için “atalarımız (belki ilkel ve vahşi atalarımız diyecekler) toprağa adına sınır dedikleri bazı çizgiler çizer ve sonra bu çizgileri diğer bir çizgi içinde yaşayanlar tarafından az da olsa aşılınca birbirlerini hunharca katlederlerdi. Hatta bu sebeple çıkan savaşlardan dolayı o coğrafyadaki nüfusun % 20’sini katletmişlerdi” diyecekler. Ama bu, sınırlarımızı önemsemeyelim anlamına gelmez, gelemez. Sadece 2. Dünya Savaşında -ki o zaman Avrupa’nın nüfusunun 400 milyon civarında olduğu söyleniyor- 70 milyon insan hayatını kaybetmişti. Bilinsin ki ben bu saçmalıktan dolayı kardeşkanının dökülmesini isteyenlerden değilim.
Bugün insan haklarının maksimum oranda tanınmaya başlandığı yılları yaşıyorken, hala kimi ülkelerde değişkenliği kaçınılmaz olan sınırlardan-çizgilerden dolayı oluk oluk insan kanının akıtılmasını haklı gösterecek insani hiçbir gerekçe yoktur. Ülke, devlet, sınır konularında dünya işe yanlış yerden başlayınca yanlış sürdürülmektedir. Nitekim bu yanlış -sürdürülebilirliği tartışılsa da- AB gibi projelerle kaldırılmaya yüz tutmuştur.
1985 yılında (12 Eylül cuntası tarafından yasaklı olduğum yıllardı) -kendileri de hatırlarlar mı biliyorum- Sayın başbakanla -daha çiçeği burnunda RP İstanbul il başkanıyken-bir sohbetimizde İran-Irak savaşı için;
“Böyle durumlarda kardeşkanının dökülmesini isteme noktasına gelmek ne acı? Zira Rabbimiz kâinattaki her şeyi emrine, hizmetine amade kıldığı ve eşrefi mahlûkat dediği insan öldürülüyor, katlediliyor” demişti. Bu güzel ve anlamlı sözü ömrüm boyunca unutmayacağım.
Sayın R. Tayyip Erdoğan bugün ülkenin başbakanı. İnanıyorum ki insanlarımızın öldürülmesine asla gönlü razı değildir. Ama terör örgütü PKK ve emir aldığı mahfiller bu kanın akmasını istiyor. İktidarlarında yaptıklarını inkâr etmek inancımızla, anlayışımızla bağdaşmaz. Çatışmaların sürmesi insanlarımızın daha çok öldürülmesi demektir. O zaman buna ortak bir çare bulmamızın zamanı gelmiş ve geçmektedir. Bu sorunun Türkiye ve PKK terör örgütü dışında önemli, etkili, daha kötü niyetli başka başka ‘müdahilleri’nin de var olduğunu bilerek;
Bakın,
“Sina’nın kuzeyindeki kontrol noktasını hedef alan ve 16 Mısır polisinin ölümü ile sonuçlanan bir saldırı gerçekleşti. Gazze saldırıdan İsrail’i sorumlu tutsa da Refah Sınır Kapısı süresiz kapatıldı. Mısır ile Gazze’nin arasını açmak hedefi ile gerçekleştirildiği düşünülen saldırı da Mısır’ın siyasi istikrarını sarsmakta diğer bir amaçtı.” (Arzu Erdoğral, Habervaktim)
Evet, bölgede iktidara gelen İslamcıları başarısız kılma operasyonu tüm hızıyla devam ederken, Allah korusun başarısızlığın başta İsrail olmak üzere başka hangi ülkelerin işine yaradığını iyi tespit etmemiz gerekir.
Her zaman değişebilen sınır çizgilerinin paranoyasını taşıyarak bu belanın önüne geçilemeyeceğini bilerek iç ve dış politikada kafa yormak durumundayız.