Şeker Fabrikası Evleri Turhal’ın en güzel yerinde kurulmuş sıra sıra evlerden kurulmuştur. Zamanında fabrika çalışanları için başlatılmış çalışmalar ve sanırım kooperatif şeklinde bir yapılanma ile tamama erdirilmiş. Nurkavak mahallesi ile bu evleri ayıran cadde üzerinde bir apartmanda kalıyorum. Üç katlı bir apartman. Bu bizim evlerin güzelliği önde arkada sağında solunda bahçeli oluşlarından kaynaklanıyor. Bir arka bahçe de benim kaldığım apartmanın var. Diğer bahçeler tarafına bakan bahçe köşemizde bir köpek kulübesi.
Serveti mi artı nedir ev sahibimin. Evvelinde, ben geldikten sonra epeyce bir zaman köpek möpek yoktu. Bir zaman geçti, yavru sevimli bir köpekçiği aldılar, beslemeye başladılar. Tos topalak bir yün yumağıyken getirdiler, ergen olmaya yüz tutana kadar beslediler. Hani genç mi desek, olgun köpek mi desek, insanı ham bir kararsızlıkta bırakan bir haldeyken bir şeye karar verdiler.
İki gün önce bir öğleden sonra, tül perdenin ardından bahçeye bakarken dört çocuk gördüm. İkisi ev sahibinin çocukları değildi. Kulübenin yanında bir kanada kurdu dedikleri köpek diğer ev sahibi köpekle karşılıklı oturarak bakışıyordu. O günden bir gün önce de bahçeden gelen konuşmalara şahit olmuştum. Her ne sebepledir bilmiyorum, “yeni köpeğin daha iyi olduğu…” gibi cümleler gelmişti kulağıma. Demek ki bir sebeple değiştireceklerdi. Bana sorulursaydıydı, ev sahibi bu ergenliğe yeni ulaşan köpeği gözden çıkardıydı ve sokağa salacaktı. Veya, davarı filan olan bir hayvan tüccarıyla anlaşmaya varmıştı gizliden. Kanada kurdunun davara bakalak olduğu nerde görülmüş…
Çok uzattık. Şimdi bahçede bir kanada kurdu var. Gri beyaz renkli tüyleri, renkli gözleri. Açık maviydi sanırım. Tam bakamadım, belki de hayal ediyorum, bilemiyorum. Allaan Kanadalısı!, diyorum…bazen. Genlerinde üşümeye direnç varsa, şu temmuz sıcaklarında genleri değişir mi bilemiyorum. Zaman zaman izlemeye karar veriyorum. Bahçeye bakıyorum pencereden arada bir. Unuttuğum zamanlar da ulumasıyla kendini hatırlatıyor. Buradayım, diyor. Kimi zaman derin yaşanan yalnızlık, ben de buradayım dedirttir, bir köpeğin buradayım demesine atıf olsun diye. Şu kalabalıklar bir uluma kadar olamazlar.
Öbürü de ulurdu beş vakit. Bazen bu vakitlerin sayısı artardı ve şimdi de durum bu. En az beş vakit ama. Geçenlerde, geçenlerde dediysem mesela bugün de, belediye megafonu bir kayıp kadın ilanı verdi bangır bangır. Tahmin ettiğim bir kadın var ama o mudur bilemiyorum. Başka bir isim daha söyledilerdi bir gün önce. Yine megafondan. Bu yaz ayları gelince kaybolan kadın sayısı artıyor her nedense. Onlara da uluyor köpek. Öbürü de ulurdu. Sabah ezanlarını da biliyorum. O zamanlarda da uluyup duruyor. Cennetlik bu köpek. Öbürü de öyle. Beş vakti bile aşmışlar.
Akşama doğru, yani şu şimdiki vakitler, üç beş dergiye baktım. Kültürüm azalmasın diye. “Kültür azalması” diye bir ifadeyi gerçekten duymuştum. Ankara’da duymuştum. Yanımdan geçen iki genç kızdan biri söylemişti diğerine. “Tüketim çağının” ne olduğu daha o zamanlardan anlamıştım. Kültür bile tüketilebilirdi; tersinden koşulu: tüketilecek kültürü üretebilirdinizdi de. Ona kültür demeniz ise, eski, kültür kelimesinin hatırına, der gibi durur.
Veya, şimdiki bilince peksimet ayarında, zaman zaman saklamalık, belki bir pastırma niteliğinde bir şey yedirmek doymak için yeterlidir, de…
Dergilerin birinde İskender Pala’nın Muhafazakar Manifestosu’na karşılık yazılmış bir yazı okudum. Bu günlerde moda da bu; muhafazakar sanat. Dergideki yazıyı fazla irdelemedim.
Konu İskender Pala da değil.
Bir elma düşündüm. Bir ressam bir elma resmi yapabilir. Fakat onu öyle bir ışık altında gösterir ki… veya bir çocuğun bakışını da ekler tuvale…veya birkaç serçenin uçuşunu da ekler tuvale…elma, yenen bir şeyden, düşlemimizde bir çocuğun gözünden elmaya veya kuşların onu nasıl görebildiğine sarhoşça geçici bilinç yitimi ile, sarsak bir ruh ve bilinç haliyle de sürükleyebilir bizi. Muhafazakar bir sanatçı, elmanın yanına tuvalde hat sanatını da harman maksadiyle Allah kelimesini koyabilir. Hani şu koca koca çizgili şekliyle. Bu, sanat olmaz. Allah yarattı; bitti, olur. Ver kaç olur. Veya kapkaççılık olur. Veya buna niyet olur.
Dindar sanatçı olur fakat “ben muhafazakar sanat-çıyım” diyen sanat eylemlerinde bile hep Allah’ı kullanmaya kalkar. Onu onun oluşları veya olduruşları üzerinden yaratı öykünmeleriyle eser ortaya koyarak, dindar bir sanatçının çıkış noktası olabilir.
Ek olarak: Sanat solcu değildir; sadece, en büyük sanatçıların çoğu solcudur ve solu severler.
Kötü “sanatçıların” çoğu sağcıdır ve bunun sağ ile pek alakalı olmadığını anlamak istemezler.
(son 80 yıl için değerlendirme gibi olsun bu.)
Yazarlar( sanat) açısından bakalım: bugüne kalan büyük yazarlarda ortak bir özellik vardır: farklı konuşabilmek. Bu, “fark” dediğim şey ise, kendi çağının içindeki değişimleri kendi özgünlüğü ile yazabilmektendir. Bu bağlamda, bazı popüler yazar arkadaşlara şimdiden Allah rahmet eylesin demek istiyorum.
Köpekler ezana neden ulurlar? Veya belediye megafonuna neden ulurlar? Son bir haftada iki kadın kayboldu, onlara da ulurlar; ama neden? Bahçemdeki köpek, allaan Kanadalısı it, veya ötekisi, giden davar köpeği, neden ulurlar?
Çook eskilerden kalmadır bu huyları. Eskiden, ilkel oldukları zamanlardan genlerine kazınmış bir özellikten. Ezan sesini veya megafondan gelen sesleri, uzaktaki başka köpekler sanırlar. Ondan.
İlkokuldayken ezan okunurken bizim kenar mahallede çakallar ulurdu, önce çakallar, sonra da köpekler. Hayvanlar bile ezanda aşka geliyor diyorlardı. Ben ortaokulda "ses yansıması ve yansıtması, östaki borusu vb. iç kulak yapısını (kendi kendime öğrenirken) kurt, çakal, köpek gibi hayvanların bazı dalgaboyu seslere karşı yansıtma yaptığını öğrenmiştim ve büyüklerimin o sözlerine gülümsemiştim.