‘Helâl sertifika’ yarışına geçtiğimiz yıl TSE’de katılmıştı. Her ne kadar Diyanet İşleri Başkanlığı yüksek sesle dile getirmese de, bu yarışta TSE’nin partneri. TSE’nin girişimi kimilerince olumlu karşılansa da ciddi eleştiriler de almıyor değil. Peki, bu eleştiriler haklı mı, yoksa haksız mı? TSE’nin 2005’de ‘helal sertifika’ girişimini ilk eleştirenlerden biri olarak acaba haksızlık mı etmiştik, yoksa eleştirilerimiz isabetlimiydi? Bunun takdiri elbette kamuoyunun. Fakat gelinen noktanın kaygı verici olduğunu belirtmekte yarar var.
Diyanet Kasım ayının son haftasında, Afyon’da ‘Günümüzde Helâl’ başlıklı bir program düzenlemişti. Üç gün süren programda ‘GDO yandaşları’ da vardı. Hatta dünya tohum devi bir şirketin danışmanı olarak tanınan bir kişi de tebliğciler arasındaydı. Bu gecikmiş, ancak iyi niyetli programda sunulan tebliğlerin kimisi basit, kimisi tutarsız, kimisi çarpık olsa da önemli bir bölümü benim açımdan yararlı ve ufuk açıcıydı.
Sempozyumda, TSE temsilcisi de ‘helâl sertifika’ sistemleri hakkında ‘basit’ ve ‘buyurgan’ bir tebliğ sundu. Benimde müzakerecisi olduğum TSE temsilcisinin okuduğu tebliğ şöyle bitiyordu: “Helâl standardizasyon ve belgelendirme çalışmaları dini hükümler, insan sağlığı ve denetim teknikleri kapsamında ele alınmalıdır. Konunun dini boyutu İlahiyatçıların, insan sağlığı konusu bu alandaki uzmanların ve denetim konusu da söz konusu alandaki uzmanların söz söyleyebileceği alanlardır. Herkes kendi uzmanlık alanında kalır ve diğer alanla ilgili hüküm vermeye kalkmaz ise, bu çalışmalar sağlıklı sonuç verebilir.”
O zaman, bu tebliğ ve TSE’nin genel yaklaşımı konusunda eleştirilerimizi sunmuştuk. RetailNews Dergisi, TSE Başkanıyla bu konuyla ilgili Şubat sayısında bir mülakat yayınladı. Dergi, başlık olarak TSE Başkanı’nın “Helâl sertifikası fıkıhtaki helâlle örtüşmüyor” cümlesini kullanmış.
İçeriğini okumadığınızda bu başlık cümlesine çok hak veriyorsunuz ve belki de benim gibi taaccüple “aaa nasıl oldu da bu itirafta bulunmuşlar” diyorsunuz. Mülakatın devamını okuduğunuzda ise maksadın bu olmadığını anlıyorsunuz.
TSE Başkanı; “Hayvanın yediği yem, insan sağlığına zarar verecek bir yemse, helâl belgesi düzenlemiyoruz” demiş. Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selim Çetiner ise GDO taraftarı grupta yer almasına rağmen TSE Başkanı’nın iddiasını; “Biyogüvenlik Kurulu’nun GDO onaylarına katılmam mümkün değil. Piyasadan aldığımız 51 yemden 50'si GDO'lu çıktı!" cümlesiyle çürütüyor.
Acaba piyasadaki helâl sertifikası alan veya almayan tavukların tümüne östrojen hormonu verilmiş ‘genetik tavuk’ türleri olduğunu, bu nedenle de tüketen erkeklerde cinsiyet sorununa neden olduklarını, kan dâhil hayvansal atıklar ile GDO’lu soya ve mısırla beslendiklerini TSE Başkanı bilmiyor mu? Bu durumda, ya bu sorundan haberdar değiller, ya da GDO’yu, östrojen hormonu verilmesini ve yemlere eklenen diğer sağlıksız ve sakıncalı ürünleri sorun olarak görmüyor olmalılar.
Her iki durumda da ‘güven’ yara alır, doğru ile yanlış karışır. Bu da, ‘zulme’ neden olur. Dahası, TSE’nin helâl sertifikadaki ‘iş ortağı’ olan Diyanet de büyük zarar görür.
TSE Başkanı’nın sakıncalı cümlelerine/düşüncelerine devam edeceğim. Ancak tam burada Diyanet’in programının koordinesini yapan Prof Dr Yavuz Ünal hocanın kapanışta yaptığı sonuç değerlendirmesinin çarpıcı üç maddesini aktararak devam edelim. Yavuz Hocanın tarihi tespitleri şöyleydi:
1) “‘Ehli kitap’ın kestiği, artık rahatımızı kaçırmalı.
2) Eşyada aslolan ibaha idi, ancak o eşya, artık o eşya değil.
3) Helâl ve haram kavramlarını modern dönemde yeniden değerlendirmeli”
Malum ibaha ‘mubah, helâl veya temiz’ gibi anlamlara geliyor. “Eşyada aslolan ibaha” ilkesi, eşyanın kirlenmediği ve fıtratının tahrif edilmediği dönem için isabetliydi kuşkusuz. Mamafih değişen dünyada canlı veya cansız tüm eşyanın fıtratının bozulması, -yıllardır söylediğimiz gibi- bu ilkeyi tartışmalı hâle getirmiştir. Üstelik bunları, Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof Yavuz Ünal hocadan da işitmek, -zat-ı âlilerine de ifade ettiğimiz gibi- mutluluk ve ümit verici bir durum.
Tüm üyelerini bağlamasa da, çoğunluğunun böyle düşündüğünü ümit ettiğim Din İşleri Yüksek Kurulu’nun meseleye bu şekilde yaklaşmasına karşın, TSE Başkanı’nın “Helâl sertifikası fıkıhtaki helâlle örtüşmüyor. Çünkü fıkıhta bir ürünün helâl olabilmesi için Kur’an-i şartlar var. Domuz, alkol gibi. Fıkıhta domuz eti değilse ve usulüne göre kesilmişse hayvan eti yenilebilir. TSE için bu yeterli değil. Helâl belgesi demek, hem fıkhen helâl hem de gıda güvenliğine uygun olduğu anlamına gelir” cümleleri, Taha suresi 81’deki “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden ‘helâl ve temiz’ olanlarından yiyin…” emri arasındaki çelişki sizce de apaçık ortada değil mi?
TSE Başkanı yasağı/haramı; domuz ve alkolle sınırlamış. Ayrıca fıkhın helâl gördüklerini, helâllik için yeterli görmeyerek, “gıda güvenliği” adlı küresel palavrayı helâlin üstünde görüyor. Anlaşılan fıkıhçıların ‘helâl’ demelerinin, TSE açısından bir değeri yokmuş. ‘Onlar sözünü söylesin, üstüne bizde sözümüzü söyleriz, helâl olacaksa o zaman olur’ demeye getiriyor veya cümlelerinin ne manaya geldiğinden haberdar değil. Niye? Çünkü onlar, satmaya ve ekonominin büyümesine odaklanmışlar…
“TSE için bu yeterli değil” ifadesinin ne anlama geldiğini, Diyanet’teki dostlarımız da değerlendirecektir elbette. Ama TSE Başkanı’nın ifadeleri bununla da sınırlı değil. Başkan Hulusi Şentürk’ün, “TSE, ürünün helâl olup olmadığıyla ilgili fetva vermiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı ile imzaladığımız protokol gereği ürünün İslam fıkhına uygun olup olmadığına onlar bakıyor. TSE ise gıda güvenliğinin noktasında devreye giriyor” dediğine göre; TSE tarafından “helâl sertifikası” verilen ürünlerde de gördüğümüz antibiyotik deposuna çevrilmiş genetik tavuklar, daha fazla et ve süt elde etmek için yeryüzünde eşi ve benzeri olmayan zulmün her türlüsünün reva görüldüğü tavuk ve büyükbaşlar, yapay dölleme ile hamile bırakılan hayvanlar, kanserojen renklendirici ve tatlandırıcılar içeren sözde ‘gıdalar’, jelâtinler, kanlı ve mezbaha atıklı yemler ve sair ürün ve uygulamaların tüm vebali de Diyanet’in mi oluyor acaba?
Diyanet’in, TSE’nin bu yaklaşımına nasıl bir tepki vereceğini doğrusu merakla bekliyorum. Ancak müzikal çalışmalarıyla tanınan Bursa Müftüsü Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, “İnsanlar helal gıdanın arkasında Diyanet'in olduğunu ve TSE onaylı logosunu gördükleri zaman rahatlıkla o ürünü tüketebileceklerini bilmeli"ler buyurmuş. Hoca keşke notalarla ilgilenmekle yetinseymiş daha iyi edermiş.
Bize sık sık ‘siz helâl sertifikalı ürünleri de mi tüketmiyorsunuz’ diye soruyorlar. Evet, ister Türkiye’den, isterse de başka ülkelerden verilmiş olsun, ‘helâl sertifikalı’ ürünleri de tüketmiyorum. Nedeni açık seçik ortada değil mi?
Yusuf Kaplan’ın “Müslüman grupların, hareketlerin, cemaatlerin, sömürgecilik sonrası döneme ilişkin ciddî bir hazırlıkları yok. Üstüne üstlük, hâlâ küresel sistemin projelerini uygulamakla meşguller ve bunun kavgasını veriyorlar. Adımlarımızı birkaç adım sonrasını düşünerek atmak ve asıl hedefe, -Hakikat'e- kilitlenmek zorundayız” şeklindeki çağrısını; neye, ne kadar muhtaç olduğumuzu göstermesi bakımından herkesin yüzüne inen bir şamar.