Dünkü yazımda İstanbul’un fethindeki kimi olay ve olgulardan bahsettim. Bugün bunların bir kısmından daha söz ederek film hakkında genel görüşümü belirteceğim.
Filmde neredeyse Fatih’ten daha fazla ağırlığı olan Ulubatlı Hasan hikâyesi, son derece abartılmış olsa da, film için idare edebilir bir hikâye olabilir ama hiçbir tarihi kayıtta Ulubatlı Hasan diye birinden söz edilmez! Peki, nereden çıktı bu sancağı diken Hasan?
Dünkü yazımda Francis diye bir Bizanslı kronikten söz etmiştim ya. İşte bu Francis’in anılarına daha sonradan Melissinos adında birisi geniş ilaveler yapmış. Üzümünü ye, bağını sorma hesabı, kahramanlık mitlerine dört elle sarılan kesim de, bu Ulubatlı hikâyesi üzerine bir tarih inşa etmeye kalkışmışlar. Hâlbuki bilim ve sanat alanında yediğin üzümün mutlaka bağını da araştıracak, bileceksin. Salt üzüm yemenin çıkarcılığı ve tüccar kafasıyla tarihçilik de, bilim de yapılamaz. Ama ezberci ve ideolojiye tabi bir eğitim sisteminden ve hatta akademi dünyasının aynı düzeysizlikte olan önemli bir kesiminden de bu kadar helva olur ancak! Kitabevi yayınları tarafından çıkarılan “Yorgios Sfrancis’in Anıları” adındaki 475 sayfalık kitabın hiç değilse fetih kısmına bakılabilir.
Konstantinapol savunmasında görev alan Venedikli komutan Justiniani büyük kahramanlıklar göstermiş ve yaralandığında hem kendisi hem askerleri bir çöküşe girmiş ve Venedik’e kaçmıştır. Filmdeki Justiniani ile gerçeğinin hiçbir ilgisi yoktur.
Bizans İmparatoru Konstantinapol, her zaman kaçma imkânı varken askerlerinin başında ölümüne kadar çarpışır. Şehitlik kültürü yalnız Müslümanlarda yok. Şehitlik inancı Hıristiyan dünyada da var ve onların şehitlerine “Martir” denilir. Hâlbuki yurdunu işgalcilere karşı canı pahasına savunan Kral Konstantin, filmde de hakkıyla gösterilmeliydi. Bu durum, Fatih Mehmed’i daha da yüceltirdi. Ancak o Yeşilçam kokan Bizans algısı, bu filmde de kendini gösteriyor.
Filmlerde benzer sahneler olabilir, ama 1453 filminde azımsanmayacak ölçüde kopya sahneler vardı. Yüzüklerin Efendisi’nden, Büyük İskender’e, Troya’dan Cesur Yürek’e ve eski Yeşilçam formatlarına dek yapılan epeyi alıntıları izlerken insanda müstehzi gülümsemeler oluşuyor.
Filmle filmin konu ettiği durumlar arasındaki çelişkiler konusunda daha birçok tespitler yapılabilir.
Filmin neyi niçin anlattığına, daha doğrusu vermek istediği genel anlama gelecek olursak:
Film, İstanbul’un fethini tamamen İslam dini bağlamında ele alıyor ve filmde fetih olayı, dini bir emir telakkisinin sonucuymuş gibi anlatılıyor. Hal böyle olunca, Müslümanlar daima ve mutlak “iyi”, Hıristiyanlar (geniş anlamda gayrımüslümler) daima ve mutlak “kötü” dürler. Bu anlayışın yerine milliyeti/ırkı koyarsanız bu kez “ben” ve “ötekinin” kimlikleri Türk, Yunan, Arap, Ermeni, Kürt vs. olur.
Filmin düştüğü temel yanlış, ‘ötekini’ olumsuzlama üzerinden bir Osmanlı ve Fatih olumlaması yapmasıdır. Bu son derece yaygın kimlikçilik (dinci, milliyetçi, etnik, mezhepçi, cemaatçi vs) anlayışı, ‘ötekinin’ kötülüğü üzerinden kendi üstünlüğünü ve iyiliğini ifade etmeye dayanır ki, bu durum, zihinsel bir arızaya işarettir.
Filmin birçok olumsuz unsurları var ama final sahnesi filmin tuzu biberi olmuş. Sanki çürük bir inşaatın bittiğinde yıkılması gibi bir sonuç var ortada. Final, gerçekten komik. Şehir düştüğünde, çoğunluğu kadın ve çocuklardan olan bir kısım halk Aya Sofya’ya sığınır. Şehre giren Osmanlı askerlerinin özellikle Haliç boyunca yaptığı katliam, talan ve esir almaları devam ederken (örneğin Francis’in esir alınan oğlunun sonradan boynu vurulur. Notaras’ın çocuklarının da akıbetleri aynıdır vs.) , Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya’ya ulaşır. Fatih’in, yaşının çok ilerisinde bilgilere sahip, yetkin bir kişiliğe ve tam bir devlet adamı kimliğine sahip olduğu, birçok tarihi olayda görülmüştür. Örneğin Fatih sayesinde, Bizans üzerinden 3. Roma olma geleneğini devralmış ve Osmanlı, devletten imparatorluğa geçmiştir. Bir başka olumlu örnek ise, Fatih’in Aya Sofya’ya girişidir. Latinler 1204’te Aya Sofya’yı talan edip atlarının nalları ve dışkılarıyla kirletirken Fatih, oraya sığınan halkı bağışlamış ve kan akıtmamıştır. O çağlarda bu erdemli bir tavırdır. Ancak bu durumun filme yansıtılması mizaha konu olabilecek şekildedir. Filmde Aya Sofya’ya sığınmış halkın mimikler yoluyla Fatih’i benimsediği, bir kurtarıcıymış gibi onun İstanbul’u almasına sevindiği anlatılıyor ki, bu gerçek dışı ve Bizans’a çok acımasızca bir yüklenmedir. Tarihte hiçbir halk, işgalcilerini bağrına basmamıştır!
Filmin genel mantığında da görüldüğü üzere bizim hayatla ilişki biçimimiz, tamamen bir saldırganlığa, mazlum rolüne, haklılığa ve arsız bir çıkarcılığa dayanıyor. Bunu yaparken de, her zaman ve her yerde biz haklıyız, biz doğruyuz! Ötekiler ise hep haksız, hep yanlış, hep namussuz, hep ahlaksız!
Bu çok acı verici bir gerçek ve toplum sağlığı açısından da, kimi zaman hastalık boyutunda rahatsızlıklar yaşıyoruz.