Karın eriyen bölümlerinde adımlarımı mahallemizin marketine yönlendirdim. Tezgâhın gerisindeki sıcaklık yüzüme vuruyordu. Görevliye; “Bir ekmek” dediğimde, gülümseyerek uzattığı ekmeği aldığımda, şaşırmıştım! Ekmeğime baktım,
boyu ve ağırlığı daha önce aldıklarıma göre farklıydı. Her şeye zamanla alışan bir toplum olduğumuzdan, ekmeğin küçülmesi de ilk etapta beni de çok şaşırtmıştı!
İçimden sıraladığım argolu sözcüklerle kasaya yaklaşıp kuzu kuzu eskiden ödediğim ücreti ödeyip evime geldiğimde, ailemde yıllardır yediği ekmeği garipsediler. Oğlum; “Baba sandviç almışsın” dediğinde, bende kafamı iki tarafa sallayıp mezruyla ekmeğin enini boyunu ölçüyordum. Boyu 30 eni 12 santimdi. Gramı ise malum 250, fiyatı ise Allah’tan 75 kuruştu!… Ekmeği kendilerine katık eden aileleri düşündüm. Gerçekten çok çocuklu ve düşük gelirli aileler için üzücü bir durumdu. Allah yardımcıları olsun…
Öğrencisi, öğretmeni ve velilerin çırpınışlarıyla eğitimde bir yarıyıl daha bitti. Karneler dağıtıldığın da, sevinen de oldu, üzülende… Öğrencilerimizin birçok notu, İnternetteki Facebook ve bilgisayar oyunlarının içinde kaybolup gitti. Umarım ilk yarıdan alınan derslerle ikinci yarı tekrar edilmez… Milli Eğitim Bakanı’nı haberlerde öğrencilere karne verirken; “Şimdi giydiğiniz gibi serbest giyinmek ister misiniz?” dediğinde bütün öğrenciler hep bir ağızdan “Eveeeeet!” diye bağırdı. Anlaşılan o ki, yakın zamanda Milli Eğitimin ilk icraatlarından birisi okullarda “Giyim Devrimi” olacak. Nasıl olsa eğitimin tüm sorunlarını çözdük ve ülkemizi eğitimde top 10 ülkeler arasına soktuk da, sıra giyime geldi!
İste tartışılacak bir konu daha… Kimimiz bu gelişmeye olumlu bakacak, kimimiz de farklı düşüncelerle karşı geleceğiz. İşte demokrasinin güzelliği de bu olsa gerek… Ülke olarak gelir düzeyinde yeknesaklığı yakalamış bir toplum değiliz. Şöyle ki; Milli gelirden pay alanların, yani pastanın en güzel kısmını yiyenlerle, pastanın kırıntıları arasında kalanlarda uçurum var. Bir tarafta çalışanların belli bir kesimi aylık 701 TL asgari ücretle boğuşurken, diğer taraftan da toplumun büyük bir kısmı ise ev, araba vs tüketim ürünlerle bankalardan almış oldukları kredi kartı ve ihtiyaç kredileriyle borç batağına sürüklenmiş, üstüne üstlük, çocuklarının okullarında üniformalı olduğu halde markalaşma inatlaşmalarıyla veliler kredi kartının cırtlığında ne yapacaklarını bilemezken, alınacak bu serbest giyim kararıyla öğrencilerin arasındaki markalaşma rekabetini düşünebiliyor musunuz? Ebeveynlerin işi zor olacağa benziyor. Onlara da Allah yardım etsin…
Evet, toplum olarak genelde bilinçsiz tüketicileriz. Bize enjekte edilen her yeni ürününü almanın yarışı içindeyiz. Elimizdekilerle yetinmeyip, birbirimize hava atmak için israfları oynuyoruz. Bir yemekte veya barda önce masaya bıraktığımız telefonun son modeli, içtiğimiz sigaranın pahalı oluşu, üstümüze giydiğimiz markalı elbisenin etiketinin görünmesi ile böbürleniyoruz. Oysaki beynimizin boşluğundan haberimiz yok!
Olacakları bey söyleyim;
Ayşe veya Mehmet bir kendi üstüne birde Arzu ile Tunç’un üstüne bakacak… Derslere kendini veremeden “Benim neden böyle güzel elbiselerim yok” diye iç geçirecek… Akşam ailesine; “ Bende Arzu’nun ayakkabının aynısını hatta ondan da iyisini istiyorum” diyecek. Ebeveynler önce mırın kırın yapacak, kartlardaki şişkinliği, kiradan, faturalardan ve giderlerden bahsedecek. Çocuğunun dudak bükmesine fazla dayanamadan yine kartlarını cartlacak… Bu kez Ayşe’nin üstündekileri gören Arzu’da üstündekilerin ezik olduğunu düşünüp o da ailesini tekrar zorlayacak… Sonuçta mağazaların karları tavan yapacak, bankalar kazanacak… Aileler kaybedecek, kredi kartı hesap özetleri geldiğinde ise elleri başları arasında düşünüp duracaklar…
Aman dikkat diyorum!
Çocuklarımızın eğitiminden söz açılmışken önemli bir konuyu da söylemeden geçemeyeceğim; Öğrencilerimizin seçecekleri okul, gelecekleri için çok önemli bir konu. Bizler henüz çocuklarımızın ne istediklerini keşfedemiyoruz. Onların çağın verdiği toylukla tercih ettikleri kararlar, daha sonra gelecekleri için hüsran olabiliyor. Örneğin makine, eğe başına geçmeyen ve okulunda böyle bir çalışmanın bile olduğunu bilmeyen bir öğrenci, “mahalle arkadaşlarımla aynı okula gidip gelirim” düşüncesiyle sanat okuluna başlayıp makine ve eğelerin başına geçtiğinde, önce şaşırıyor, sonra da ailesine de ne diyeceğini bilemiyor, sever gibi görünse de zamanla derslerinden ve okulundan soğuyarak diğer derslerinde de başarısızlığını tetikliyor. Onun için çocuklarımızın okul ve meslek seçimleri üzerinde ciddice fizibiliteyi birlikte yapılmalıyız. Çocuğunuz hangi okula girecekse, o okul hakkında gerekli bilgileri önceden toplamalı, çocuğa anlatılmalı, okulu göstermeli ve ona göre hareket edilmelidir. Aslında İlkokul 8’nci sınıftan sonra bir yıl öğrencileri liseye ve seçeceği mesleğine hazırlamak daha faydalı olacaktır, diye düşünüyorum.
Bir öğrenci sayısalda iyi, sözelde ise iyi olmayabilir. Veya sözelde iyi olup da sayısalda başarılı olamayabilir. İşte bunu gerçeği düşünerek öğrencilerimizi geleceğe hazırlarsak işte o zaman mutluluğu ve verimi yakalamış oluruz. Birçok öğrencinin sevmediğini düşündüğüm kapuska yemeğini onlara zorla yedirmeye kalkarsanız, midelerine hayrı dokunmadığı gibi, kusar bile…
Eğitimden söz açılmışken Facebook sayfamdaki 4 bini aşkın arkadaşlara önce kendi kitaplığımdaki çift kitaplardan bir soru karşılığı okumayı teşvik etmek adına başlattığım etkinliğime bazı yazar arkadaşlarım yanı sıra, Nilüfer Yayıncılık ile Nilüfer Belediyesi Akkılıç Kütüphanesi’nin verdiği 50’yi aşkın kitabın birçoğunu değişik illerden kazanan şanslı okur severlerle buluşturdum. Bu etkinliğimin devam etmesi için yayınevi ve yazarlarla irtibatlarım devam etmektedir. Buradan da herkesi bu etkinliğime davet ediyor ayrıca yazar ve yayınevlerinin de katkılarını bekliyorum.
Okumanın ve kültürün toplumları iyi yerlere taşıyacağını bilenlerden olarak yazımı beni çok etkileyen bir yazı ile veda etmek istiyorum;
Hababam Sınıfı’nın unutulmaz yazarı Rıfat Ilgaz’a babasının yazdığı bir mektupta oğluna şu öğüdü verir; “Oğlum ben senin mühendis, doktor olmanı düşünüyordum. Sen kalktın şair oldun, yazar oldun. Ne istersen ol, karışmam ama neyi iyi yapacağın aklına yatıyorsa onu yap. İstersen zurnacı ol, ama zurnayı en iyi şekilde çal.” Dediğinde Rıfat Ilgaz’da babasının öğüdünü yaşamı boyunca ilke edindi. Ve son şiirinde;
“Elim birine değsin,
Isıtayım üşüdüyse,
Boşa gitmesin, son sıcaklığım” diyerek 1993 yılının 7 Temmuz sıcağında 82 yaşında vefat ederek ellerinin soğukluğunda edebiyat dünyasından ebediyete göç etmiştir. Nur içinde yat, üstat!
Esen kalın…