Biliyoruz ki artık depremler, doğal/tabiî yer hareketleri ve suni işlemler şeklinde iki şekilde cereyan ediyor.
Her güçlü deprem sonrasında, hem benzer manzaralar görülür, hem de benzer tartışmalar yaşanır.
Bütün bu tartışmalar da hep depremlerin doğal yer hareketi sonucunda oluştuğu söylenir. Oysa meselenin bir başka boyutu daha var.
Tartışmalarda ‘belirli güçlerce yapılan depremlere’ dair temaslar ya hiç yapılmaz, ya da kısık sesle söylenip geçilir.
Peki, gerçekten ‘suni’ yöntemlerle deprem yapılabilir mi? Bu mümkünse bunu kimler, ne amaçla yapar? Bu konuya temas etmeden önce, Van depreminde bir kez daha gördüğümüz inşaat tartışmalarına göz atalım.
Van depreminde de, bazı binaların yıkılıp bazılarının yıkılmaması sadece yapı kalitesine bağlanıyor.
Hiç kuşku yok ki, Türkiye’de büyük bir yapı sorunu var ama her şey bundan ibaret değil. Yasal düzenlemelerin yetersizliği bir yana, meselenin ahlakî boyutu ise hep görmezlikten geliniyor.
Depremin ilk günlerinde Mehmet Altan, siyaseti müteahhitler, müteahhitleri ise siyaset finanse ediyor anlamına gelen şu cümleleri kurmuştu: “Siyaseti müteahhitler finanse ediyor… Siyasette müteahhitlere devlet ihalesi veriyor…” Altan’ın haksız olduğunu kim söyleyebilir?
Konuya dair bir başka açılımı, Prof Dr Mehmet Akif Aydın hoca yaptı: “Cumhuriyetle birlikte din faktörü ve dinî ahlak ikinci plana itildi, yerine felsefi ya da laik ahlak da kurulmadı. İnsanların yanlış yapmasını başka şekilde önleyemezsiniz. Şimdi binalar çökünce ‘Neden çöküyor’ diye soruyoruz?’ Buradaki problem ‘teknolojik birikim’ azlığı değil, ‘ahlaki birikim’ azlığından kaynaklanıyor. Cumhuriyet yeni bir millet yaratma projesini devreye soktu fakat bunda başarılı olamadı. Bu, hem laik hem de dini bütün değerlerden arınmış bir millet projesiydi. Sancılarını hâlâ yaşıyoruz.”
Daha fazlası da söylenebilir. Her şey ortada iken gerek var mı? Fazla sözden ziyade, ne yapmak gerektiğiyle ilgilenmek gerek artık.
Aslında yaşanan bu hikâye insanlık için hiç de yabancı değil. Bir toplum düşünün; ölçü ve tartıda denemedik hile ve yöntemi bırakmamış olsun. Bu Yaratıcının gayretine dokunmaz mı? Dokunmuş ki, Hz Şuayb a.s.’ın kavmi Medyen bu fiil nedeniyle yerle bir edilmiş. Bu olaydan hareketle, A’raf Suresi 85’de “Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin…” şeklinde uyarılıyoruz.
Başımıza gelenler ‘yapıp ettiklerimiz yüzünden geliyorsa’, olup bitene niçin şaşıyoruz ki?
* * *
1978 yılında ortaokul öğrencisi bir yakınım, Milli Piyango’nun yılbaşı çeyrek biletini alır. Bilete en büyük ikramiye çıkar.
Piyango ile ilgili mesele, –ziyaretine giden Muhammed Hamidullah hocanın “Burada böyle bir âlim vardı da, siz niye beni başka yerlerde dolaştırıp durdunuz? Yazık, önceki vakitler zayi oldu” dediği– Bozkırlı/Dereli Mustafa Efendi (Parlaktürk) adlı zat’a sorulur. Cevap ‘katiyetle’ olur. ‘Peki, alıp dağa-taşa su hayratı yapsak da hayvanlar yararlansa’ denildiğinde, merhumun cevabı: ‘Evladım, o hayvanlar mundar olur!’ şeklinde devam eder.
Yirmi yıl önce bankaların önünden bile geçmeyen, mecbur kalmışsa da sol ayakla giren insanlar ve çocukları, artık bankalara, camiye uğradıklarından daha çok uğruyor. Her geçen gün vahiyle aramızdaki mesafe büyüyor ve bağlarımız bir bir kopuyor. Ve artık aleni olarak ‘ben Müslümanlardanım’ demekten bile utanır hâle geldik.
* * *
Eğer aynı büyüklükteki bir deprem bir ülkede hiçbir hasar yapmazken, bir başka ülkede her şeyi yıkıyorsa, burada yapılması gereken şey; ‘yasaları ağırlaştırmak, denetimleri artırmak, okullara deprem dersi koymak ve sahaya TOKİ’yi daha fazla sürmek mi yoksa bu toplumun ahlakî zaaflarına yönelik bir girişimde mi bulunulmalı?’
Bu depremin en iyi analizini, “Van’daki deprem felaketindeki asıl sorun, topyekûn iş ahlâkı sorunudur. Enkazın altında insanlarımızla birlikte, iş ahlâkı da kalmıştır” cümlesiyle, İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği Başkanı Şükrü Alkan yaptı.
Bugün herkesin isminin başında, isminin önüne geçmiş o kadar çok etiket var ki, ne yazık ki bu etiketler arttıkça sorunlarımızda aynı oranda artmakta.
Görülüyor ki, dünya uzmanlar çöplüğüne dönmüş… Herkes, filin bir bölümü hakkında derinlemesine bilgiye sahip… Lakin bütün bu bilgiler, bir filin tarifi için yetmiyor.
Bütün sorun; sadece her şeyi beynimize tıka basa doldurduğumuz işe yaramaz bilgilerle çözmeye çalışmamızda. Ne yazık ki, bugünün insanının geleceğini, bu sözde entelektüeller, teknokratlar ve siyasetçileri tayin ediyor. Modern insanın çok şeyi var, fakat onun ahlaktan yoksun aklı ve merhametten yoksun kalbi, insanı yaşatmaktan çok öldürmeye yarıyor.
Güç, daha doğrusu ahlaksız güç, dünyanın dengesini bozdu. Yani artık dengesiziz! Her alanda yaşanmakta olan sorunun ana nedeni de bu değil mi?
Tabiattaki bir bitki, bir ağaç, bir hayvan hatta evrendeki her şey kendisi için değil, onu yok etmekle meşgul insan için… İnsansa sadece kendisi için… Yani bir ağaç, taşıdığı meyveleri kendisi yemiyor. Dalları kuşlara korunak, meyveleri canlılara gıda, odunu insana yakacak, gölgesi arzu eden herkese korunak, hatta dalları, yaprakları, kökleri ve kabuklarıyla da ilaç oluyor.
İşte ağaç bu yüzden herkes tarafından sevilir, çünkü onun cömertliği bir insanın cömertliğinden daha büyük. Kuşkusuz bu onursa da, insandan daha mükemmel olduğuna delalet etmez. Ama aramızdaki hırsız ve ahlaksızların, bir ağacın külleri kadar bile değeri olmadığı da bir kenara not edilmeli.
* * *
Bilim ve teknolojinin daha çok verim almanın, daha çok tahakküm ve sömürünün araçları haline geldiği bir çağda, suni deprem yapmanın hiç de zor olmadığını biliyoruz.
Çünkü, 1943’de New York’da öldürülüp, tüm bilgi, belge ve icatlarına el konulan, önemli elektro-fizik uzmanı Nicola Tesla‘nın “deprem makinesi”nin Amerika ve İsrail’in elinde çok iş yaptığını biliyoruz.
Gölcük depreminden sonra, MİT’in, Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişim hatlarını Türk Telekom’a iptal ettirdiği biliniyor. Bu hatlar şimdilerde açık değilse tabi…
Peki, aynı durum Van depremi içinde geçerli olabilir mi? Elbette 6,6 olarak açıklanıp, 7,2 olarak düzeltilen Van depremi için de bu seçenek asla ihtimal dışı değil. Neden 6,6 açıklandı da, sonra 7,2 olarak düzeltildi. Bu konuda iknadan uzak bir savunma yapıldı. Aradaki sayısal fark küçük gözükebilir. Oysa bu farkın yıkıcılık açısından ne denli ters orantılı olduğunu artık sıradan yurttaş bile biliyor. Bunun hesabı görülmeyeceği için, yeniden tekerrür edeceğinden kuşku duymamak gerek. Bu nedenle, bu ülkede deprem ölçeklerine bile inanmak artık çok güç.
Özellikle siyasal açıdan hatırı sayılır bir ülke olmaya başlayan Türkiye’nin, bir yandan PKK ile diğer yandan da tümüyle enerjisini içe dönükleştirecek bir ülke olması, acaba bölgede ve dünyada kimlerin işine yarar?
Elbette burada ‘neden Van’ sorusu gündeme gelebilir. Şayet bu suni bir deprem ise, muhtemelen senaristler ve yönetmenlerinin bu toplumun hâlâ diri olan kardeşlik bağlarını hesaplamadıklarını söylemeliyiz. PKK ve BDP için önemli bir potansiyel barındıran bölgeye yönelik bu denli büyük bir yardım yapılmamış olsaydı, ortaya çıkacak kardeşlik depremini bir düşünün daha ne acılara yol açabilecekti?
Türkiye büyük devlet olmaya aday. Şayet Türkiye büyük devlet olacaksa, bu depremin tabii mi yoksa suni mi olduğunu biliyor olmalı. Bilmiyorsa araştırıp bulmalı. Aksi halde, bu güce boyun eğmesi gerekenler onun büyüklüğünü kabul etmezler.
O halde bu vahşi durumun önüne geçebilecek tek şey; din ve dolayısıyla ahlak.