Türkiye’de özellikle doğu ve güneydoğudan sonra, büyük kentlere sıçrayan, bombalama, patlatma ve orman yangınları ile birlikte büyüyen PKK terörünün yanında, uyuşturucu bağımlılarının yarattığı terör olaylarında da çok büyük bir artış olduğu gözleniyor.
Geçtiğimiz yıl yaz aylarında başlayan ve aralıksız olarak kış aylarında daha da yoğunlaşarak, halen de devam eden PKK’ya yönelik operasyonlarda son derece büyük başarılar elde edilirken, artık yapacak bir şeyi, kaçacak bir deliği kalmayan eşkiya, son çare olarak memleketin zenginlikleri arasında sayılan ormanlarımızı bir bir yakarken, bir yandan da büyük şehirlerde tedhiş eylemleriyle halk üzerinde korku ve panik yaratmayı da kendince bir savaş yöntemi saymaya devam ediyor.
Her gün kahraman Mehmetçik’in önünde kaçacak yer arayan eşkiya, zaman zaman da zarar vererek, Mehmetçiği şehit ederken, onlara kayıtsız şartsız destek veren yurt içindeki işbirlikçileri de söylemleri ile bu vatanın insanlarının sabır sınırlarını zorlama noktasına çıkartmayı hedefliyor.
Tüm bunlarla uğraşılırken, yine büyük kentlerde her geçen gün sayıları çığ gibi büyüyen halk arasında tinerci, balici olarak bilinen madde bağımlılarının yarattığı tedhiş olaylarının sayısında da büyük bir artış olduğu gözlerden kaçmıyor.
İddialara göre, özellikle son aylarda artış gösteren bu madde bağımlılarının örgütlenmesi de yine PKK tarafından yapılıyor.
Yine doğu ve güneydoğu illerinden İstanbul’a kaçak olarak getirilen, İstanbul’da her birine büyük paralar kazanacağı vaadiyle kandırılan, kimileri de ailelerinden 200-300 YTL karşılığı kiralanan çocuklar, ya hırsızlığa, ya kapkaça, ya da gaspçılığa alıştırılıyor.
Tabii bunlar öyle canım cicim yöntemleriyle değil, vurdu-kırdıyla, tehditle, dayakla, öldürme korkusuyla yapılıyor. Bir yandan da bu küçük yaştaki çocuklar, aynı zamanda madde bağımlısı olmaları sağlanıyor.
Çeşitli yöntemlerle bu çocuklar tiner, bali ve diğer uyuşturucuların pençesine düşürülerek, bir süre sonra tamamen madde bağımlısı olduktan sonra, artık kendi düşünme yeteneklerini kaybedip, tamamen kendilerine verilen talimatlar doğrultusunda hareket eden robot insanlara dönüşüyor.
Beyin hücrelerini öldüren ve artık insan olmanın en büyük özelliği olan düşünme özelliğini kaybettiren bu tür uyuşturucuların zaman içerisinde esiri durumuna düşen bu çocuklar, daha sonra birer suç makinesine de dönüştürülüyor.
Bu dönüşüm aslında öylesine planlı programlı bir şekilde uygulanıyor ki, artık uyuşturucunun pençesine düşen çocuklar, nasıl ki bir eğitimin sonunda ödüllendirilen çocuklar daha başarılı olup, bu ödülden daha fazla almak isterse, bu madde bağımlısı çocuklara da aynı yöntem uygulanıyor.
Ne kadar çok gasp, darp, kapkaç ya da benzeri soygun olayı yaparsa, o kadar çok ödüllendirileceğini bilen çocuklar, daha fazla uyuşturucu alıp, daha fazla toz pembe bulutların üzerine çıkabilmek için olağanüstü bir çalışma içerisine giriyor kuşkusuz.
Onların böylesine bir çaba içerisine girmesi ise sade vatandaşın daha çok canının yanmasına, daha çok kişinin gaspa, darba, soyguna ve kapkaça uğraması anlamına da geliyor tabii ki…
Öyle ki, bu zamanda üç kuruş parayla geçinmek için mucizeler yaratan sade vatandaş ise karşısına çıkan kendinden geçmiş bir uyuşturucu müptelasının kendisinden istediği parayı da, cep telefonunu da, çantasını da vermek durumunda kalıyor. Aksi takdirde biliyor ki, canından olacak.
Örnekleri o kadar çok yaşanıyor ki, hangi birini düşünsün… Neredeyse hemen hemen hergün gazete haberleri, televizyon ekranları bu madde bağımlılarının yaptıkları eylemlerle dolu.
Gencecik insanlar, bu madde bağımlılarının hışmına uğrayarak öldürülmüş… Orta yaş ya da yaşlı kadınlarımız erkeklerimiz, kendilerinden geçmiş bu tinerciler, balicilerin vücutlarına sayısız defalar sapladığı bıçak darbeleri ile en sevdiklerine zamansız olarak veda etmiş…
Türkiye’nin büyük kentlerinde bu ve benzeri olayları hergün yaşıyoruz. Hergün şahit oluyoruz işte.
Yalnız, bir şey daha var ki, bunlarla yapılan mücadelelerde yeterince sonuç alındığını söylemek mümkün değil.
Karşı taraf var gücüyle her gün bu madde bağımlılarının sayılarını arttırırken, devlet olarak önlem alması gereken kurum ise neredeyse elleri kolları bağlanmış bir şekilde yaşanan olayları sadece seyretmekle yetiniyor.
Eğer yakalananlar olursa, ki bunların büyük çoğunluğu cezadan kurtulması için 13-15 yaş seviyesindeki çocuklardan oluştuğu için, ya hiçbir ceza almadan, ya da çok küçük cezalar alarak kurtuluyor. Bunları yetiştirenler de bu durumu çok iyi tahlil ettikleri için de, özellikle bu yaş seviyesindeki çocukları daha fazla bu sektörün içine sokuyor.
Durum böyleyken, her nedense ne kanunlarda ne de uygulamalarda en küçük bir değişiklik yapma gibi bir düşüncenin olmaması da vatandaşı düşündürüyor doğrusu.
Neden yapılmaz?
İnsanın aklına hiç de hoş olmayan düşünceler de gelmiyor değil…
Acaba devlet bu gibi durumlara gereken önlemleri almayarak, gizli de olsa bir nüfus planlaması uygulaması mı yapıyor!..
Dediğimiz gibi gerçekten böyle bir düşünce hiç de hoş değil. Değil de, bakıyorsunuz elle tutulur doğru dürüst bir önlem almaya yönelik herhangi bir girişimin olmaması da dikkat çekiyor.
Siyasetçilerimiz zaten son aylarda ya bir parti kapatma davası, ya bir Ergenekon davası, ya bir türban davası, ya bir YÖK ve rektörler davası ile kendilerini o kadar meşgul etmişler ki, memleketin asıl can alıcı sorunlarına bakmayı dahi akıl edemez olmuşlar.
Bu yukarıdaki paragrafta saydıklarımız insanların canını, malını almaya yönelik durumlar olmasa da, tüm enerjilerini bu yönde harcayan siyasetçiler, asıl can alıcı gerçek anlamda insanlarımızın hayatını karartan bu konulara zaman ayırmayı sanki kendilerine zul addediyorlar.
Böylesine bir ülkede yaşadığımız için kendimizi ne kadar şanslı olarak görsek azdır herhalde…
Öyle ya, bu ülkede insandan bol ne var ki?
Hatta, kum torbalarının bile insandan daha değerli sayıldığı bir ülkede, insanların malını, canını, namusunu kollayacak uygulamalara ne gerek olur ki? Bizimki de münafıklık işte!..
Gerçi vatandaş da kendi canından öylesine bezmiş ki, yıllar yılı istediklerini alamamanın boşvermişliği içerisinde artık siyasetçiden herhangi bir beklentisi bile kalmamış sanki.
Sonuçta, ölenler öldüğü ile kalıyor, geride kalanlar bir iki vah vah, tüh tüh ediyor ve ondan sonra herşey de unutuluyor gidiyor…
Memleket hâlâ pembe toz bulutlarının üstünde!..