Zamanın birinde, bir yerde, biri gelmiştir dünyaya. Dünya, merhaba demiştir o gün sana. Umutlar, heyecan ve merak olmuştur doğumun onlara. Bir ağlama sesidir gelir kulaklara, bir kadının gözyaşlarına karışırcasına. Bir yanda mutluluk olur, bir yanda acının sesi çığlıklar. Doğum denen şey, her seferinde işte böyle başlar.
Doğduğumuz zaman ilk acıyı annemize yaşatırız biz. Sanki insanlara acı vermeye gelmişiz gibi. Hayatta en çok sevdiğimiz insandır o ki, her zaman yanı başımızda duran. Ama bazen bizler unutuveririz sevgiyi, bir anda nefret olur düşünceler, ardından kırıcı sözler takip eder birbirini, kırarız bazen en sevdiğimizi. Bu sevdiğimiz insan, annemiz olur, bazen de arkadaşımız olur, bizim için aslında o anda önemi yoktur bunun ya. Fevri söylemleri izler çoğu zaman fevri davranışlarımız. Döker, kırar hatta vururuz bile. Kalbimizde barındırdığımız son acıma duygusunu bile yitirmiş gibi. Sonra bir rahatlarız, sinirimiz boşalır birden. Bir rehavet olur kaplar tüm vücudumuzu bu rahatlık. Sonra günler, hatta saatler geçer aradan, bir bakmışsınız ki, birden bir duygu kaplamış içinizi. Adını koyamadığınız bir karıncalanma bu belki, bir an için gözünüzün önüne gelmiş bir kaş resim, sanki size hesap sorarcasına, mütemadiyen sıralanıvermiş beyninizde.
Hayatta çok sevdiğimiz insanlar vardır. Bazen onları kendimizden de çok severiz, hatta onların iyiliğini bile onlardan çok düşünürüz. İsteriz ki mutlu olsun, isteriz ki hep yüzü gülsün. Fakat en çok da biz ağlatırız o yüzü, bazen kırıcı bir söz olur, bazen hiddetli bir bağırış. Ardından karşılıklı söylenen, daha önce sizin bile duymadığınız sözcükler dökülür ağızlardan. Sonra içimizi kaplayan pişmanlık yapışır yakamıza. Bir an için bile, vicdan sahibi olduğumuzu anlarız işte o an.
Bizler belki de doğarken öğrendik acı çektirmeyi insanlara. Bencilliğimiz kamçıladı kimi zaman duygularımızı, kimi zaman kıskançlık sardı her bir tarafımızı. Zenginlik istedik olmadı, bir araba istedik onu da alamadık, oysa her gün aldığımız nefesin değerini, birini kaybettiğimizde anladık.
Ömür dedikleri şey, bir mummuş, fitilini yaktığınızda başlarmış acı ile dolu bir hayat, ama biz yanarken, fark edememişiz aydınlattıklarımızı. Oysa mum söndüğünde, anlarız ki, o ışıkmış bizi de aydınlatan, ama artık çok geç kalmışızdır. Mumunuz sönmeden, ne kadar çok insanı aydınlatırsanız o kadar haz alırsınız dünyadan ve mükâfatını da. Kırmayın insanları, özelliklede sizin için acı çekmiş olanları. Bir söz söylerken, düşünün onu kırıp kırmayacağını. Sonra bırakmaz vicdanın kapını. Bir dost ararsın ve bulamazsın, üzülürsün ve ağlarsın.
Şu kısacık hayatta kalp kıranlardan değil, kalp yapanlardan olun, acı değil, mutluluk veren olun, sevin, sevilin, gülün, güldürün insanları. Bırakın sevginiz bir yağmur olsun yağsın insanların üzerlerine, belki bir tohuma denk gelir, filizlenir aralarından biri. Bir ağaç olur, meyve verir belki. Sonra bir bakmışsın, yeni yeni insanlara da can vermişsin. Bu yüzden, bırakma sevmeyi, bırakma yağmayı, sırılsıklam olsalar da, bırak onlar kaçsın senden. Unutma ki, her yağmur bir gökkuşağını bırakır ardından, sen olmadığında bile renk katmış olursun insanlara. Haydi durma, ıslat bizi, sırılsıklam olsak da…
Yazılarınızın takipçisiyim artık. 🙂 Elinize ve kelimelere kattığınız anlamları düşünen beyninize sağlık!!!
Çok güzel bir yazı gerçekten.Allah yolunu açık eylesin…
Sayın YÜRÜK;
Nasıl derler sevgi dolu yağmurlarda şemsiyesiz kalmanız dileğiyle.
Sevgilerle
Sayın, Ayça Hanım, Gİzem Hanım ve Aslı hanım, yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Okuduğunuz içinde ayrıca teşekkür ederim. Hepimiz o yağmurlarda şemsiyesiz kalırız inşallah…