Neyin Bereketi!
Sevgili okurlarım / okurlarımız; bir Ramazan ayını daha geride bıraktık.
Bütün bir ay boyunca mutlu mesut kurulu düzenlerimizde onlarca şehit verdik yine onyıllar boyunca verdiğimiz gibi. Hem de haybeye.
Bir taraftan Başbakanımız Ramazan Bereketi’ne atfen “bir ölür, bin diriliriz” diyerek gücümüzün öfkemizin bereketlenerek artmakta olduğunu vurgularken, bir taraftan da dünyada açlıkla mücadele eden / ettirilen toplumlara TÜRKİYE’NİN DÜNYA DEVLETİ OLMASI sıfatıyla yardımlar ulaştırılmaya çalışıldı uzak diyarlara. Bu misyonu belki bir çok kişi tukaka olarak görse de, küçümsese de tiiye de alsa sağduyu ile baktığımızda önemsememiz gereken bir olgu olarak görmemiz gerektiğini bu vesile ile vurgulamak istiyorum.
Neyin Coşkusu!
Yıllar ilerledikçe, milli manevi değerlerimizden uzaklaşmakta olduğumuzu acı da olsa vurgulamak istiyorum. Bu bahisle, sadece ülkemizde değil bütün dünyada çığ gibi büyüyen kozasal hayatlar ve robotlaştırılan insanlar kendi fiberoptik ve siberoptik bakışlarıyla teknik anlamda bilen ama farkına varamayan veya VARMAYAN türler olarak yaşam sürdürmekte. Her şeyi salt ekonomik güç ve menfaat olarak görmekte olan dünyanın en büyük babaları sivrisinek kanında sözde fırtınalar koparırken, bütün dünya insanları öylece ekranlara bakarken bir yandan obezleşirken, bakar ama göremez gafiller olup çıkmakta.
Böylesi kahredici küresel eğilimlerin gittikçe artan oranlı olarak yaygınlaşması ister istemez beni ve benim gibi düşünen aydınları fazlasıyla üzmekte. Bu nedenledir ki, yazı başlığımı, “Neyin Bereketi ve Neyin Coşkusu” olarak koymuş bulundum.
Her yıl yeni 30 Ağustos’lar kutlamakta, 23 Nisanlarda şiirler çığırmakta, 29 Ekimde bayrak sallamakta, 19 Mayısta coşmakta, Ramazanı şekerle özdeşleştirip Kurbanda cellatlar kesilmekteyiz. Ama yıllar bu kültürel birikimleri perçinlemiş gibi görülse de, önüne dayanan mikrofona istiklal marşının ilk kıtasını söyleyemeyen, bırakın söylemeyi yazarını bile bilmeyen, başbakanın kim olduğundan habersiz, futbolun şikesini can kulağıyla dinlerken, bir kısım çapulcunun özerklik ilanları karşısında “özerklik ne ki” diye tıs tın bakan TENEKEDEN İNSANLAR TOPLULUĞU İÇİNDE OLMAKTAN ÇOĞU ZAMAN UTANIYORUM.
Evet güzel mutlu mesut bir bayram geçireceğiz, Tuttuğumuz oruçların sevabının mutluluğunun kutlaması olan Ramazan Bayramını yaşayacağız, yine yeni bir 30 Ağustos kutlayacağız ama görünüşte bunlar yaşanırken, bunların hiç birini sahiden içselleştir(e)meden takvim yaprakları dökülecek bir bir. Ve bir gün gelecek, kendi yurdumuzda bile bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü arar olurken, manevi değerlerden arınmış olmanın çıplaklığını yaşayacağız.
Bayramlarda sitem edilmez bilirim. Ama bu bayramlık, coşkuları ve mutlulukları başka yazarlar ve düşünürler dile getirsin. Ben size toz pembe bir bayramın YIĞINLAŞMIŞ SİLİK HAYATTAN kurtularak elde edilebileceğini söylemek ve ancak bu şekilde gerçek coşku ve bereketi sürdürülebilir kılabileceğimizi vaad edebiliyorum.
Hangi Bayram, Nasıl Bayram!
Riyakarlıktan arınmış, paylaşımı (alan el değil veren el mantığıyla da görebildiğimiz), gönlü kırıkları görebildiğimiz, büyüklerin elini öperken ALNINA DA GÖTÜRDÜĞÜMÜZ, SÜRÜ GİBİ TÜKETİCİ OLMAKTAN kurtuldğumuz bir bayram geçirilmesini temenni ediyorum. Çok mu zor bir temennide bulunuyorum. Yapamaz mısınız?
Bayramınız/bayramımız kutlu olsun. Tutulan oruçlarımız kabul olsun, dökülen şehit kanlarımızın (bayramdan hemen sona) hesabı sorulsun.
Not:
Bu yazı, www.bilgiagi.net, www.bilgievreni.com, www.gazetecanik.com, www.kamudanhaber.com, www.siyasalforum.net, www.ahmetfidan.com ile, Halkın Sesi, Gazete Canik vb. kağıtbası gazetelerde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.