Koku…her yanımı saran koku… cezbedici çekici çıldırtıcı… kendisini gördüm mü gösterdiler mi bilmiyorum/hatırlamıyorum ama kokusu… her yeri saran bir koku… açlık arayış kaynağını bulma neye benzediğini bulma o’nu bulma… o ama o ne? O kim? Yollar sağa sola ileri geri dönen yollar… amaçsızca dolaşılan yollar… amaçsızca da değil var bir amacım. Kokuyu bulmak kokunun kaynağını bulmak… arayışa iten harekete geçiren ne beni? İçgüdülerim benliğim, midem… kokuyu aldıkça ağzımın suyu akıyor, bedenim arasa da kokuyu önce bedenim aramaya çıksa da… zamanla beynimi ruhumu saran koku… her yanıma sinen beni sarıp sarmalayan… ama ne olduğunu bilmediğim koku… yollar yollar yollar… sağa sola dönen yollar… birbirinin aynısı, yön duygusunu yitirmeme neden olacak kadar aynı olan ama bir şekilde de farklı olan yollar… her saniye, arayışla geçen her saniye sürekli değişen ve sürekli aynı kalan yollar… labirent. Evet öyle diyorlar buna. Bir labirentin içindeyim. Bir koku var beni çeken beni sarıp sarmalayan… azalmayan artmayan…. azalan artan… azalan azalmayan artan artmayan koku mu arayışım mı? Durdurabilsem kendimi, bir soluk alabilsem; belki daha sağlıklı değerlendireceğim kokuyu… ama olmuyor, durduramıyorum kendimi, kokunun peşindeyim, ya da koku benim peşimde… kim kimi kovalıyor belli değil. Neden burdayım burası neresi? Düşünmek için durmak zorundayım. Hem koşup kokuyu arayıp kovalayıp hem de düşünemem. Düşünürsem; kokuya ulaşamam. Arayışın bittiği yerde koku da biter, biter mi yoksa asıl o zaman mı başlar? Kokunun peşine düşen ilk bedenimdi, ilk yorulan da o oldu… beynim ve ruhum isteksizdi hareketsizdi. Bedenimin peşine takıldılar sadece… beden yorulmaya başladıkça, sinirlenmeye saldırganlaşmaya güçsüz düşmeye başladıkça beyin ve ruh canlanmaya başladı. Bedenin amacı amaç olmaktan çıktıkça -ki bedenin güçsüzlüğünün farkına varmasıydı amacı amaç olmaktan çıkaran, değilse amaç hala olduğu yerde duruyor… koku….- beyin ve ruh amaç edindiler kokuyu bulmayı kokunun kaynağını bulmayı… labirent…. neden labirent devasa bir daire değil de labirent… kare küp üçgen değil de labirent? Sınırlı sınırsızlık mı nedeni? Bir yandan kısa hedefler, seçimler, sağa sola dönüşler… birbirinin aynı birbirinden farksız yollar… her yol yeni bir yola çıkıyor. Kısa vadeli vaatler… hemen erişebilme hissi… bir yandan da hiçbir zaman ulaşamama ihtimali… kare daire üçgen… ya sonsuz boyutta olmalı ki pes edelim no way out! Sınırımızı haddimizi bilelim. Sonlu boyutta ise… oyun o kadar kısa sürer ki… labirent… sonlu sonsuz; sonsuz son… no way out! Çıkış yok mu? Ama ben çıkış aramıyorum ki; benim aradığım koku sadece. Kokunun kaynağı… kokunun kaynağı çıkış mı yoksa? Çıkışta olan vaat, koku; kokunun kaynağı… çıkışı bulursam kokuyu da bulurum; kokuyu yani fountain…. you cannot pass.. “go back to shadow!” ” you shall not pass”….
“peynir dostum peynir… labirentin kendisi peynir…” peynirden yapılan bir labirentin içindesin, boş yere çıkış arama; inan bana gerçekten no way out…
“Koku”, diye başlayınca insan, ister istemez Patrick Suskind’in kitabını, ardından filmde izlediğimiz karaleri hatırlıyor. Elbette yazının devamını okuyunca bu durum buharlaşıyor.
Hep bir koşturmaca içindeyiz. Bazen o kadar çok koşturuyoruz ki sebepler birbirine karışıyor. Ne için yaşıyoruz, ne için çalışıyoruz, amaçlarımızla araçlarımız birbirine DNA sarmalı gibi sarılmış, karışmış…