Ülkemizin öne çıkan sorunlarından bir tanesi son 50 yılda giderek bozulan bilim dışı Çevre, İmar ve Şehircilik uygulamalarıdır. Kırdan kente göç sürecinin başını çektiği bir dizi olumsuzluklar ile bugün faturalarını ödemeye başladığımız ‘Imarda ‘Düzensizliğin Düzeni’’ ortamı giderek biz ve benzerimiz ülkeler için tehdit seviyesini yükseltmekte, insanlığın geleceği için endişe vermektedir. Bu deyişlerimiz UN Birleşmiş Milletler Teşkilatı Insan Yerleşimleri Birimi (Habitat) tarafından desteklenmektedir. Sağlıksız, bilinçsiz veya keyfi çevre, imar ve şehircilik uygulamaları neticesinde oluşan çarpık, niteliksiz ve güvensiz yapı stoğu, yanlış ve eksik projeler, günübirlik altyapı yatırımları, kaçak şehirler, deprem ve sel gibi doğal felaketler, ulaşım kilitlenmesi, toprak, su ve çevrenin kirlenmesi, tarihi ve doğal varlıkların, yeşil ve ormanların yitirilmesine neden olmaktadır.
Seviyesiz kentleşme her türden illegalite ye, yasadışı ve bölücü eylemlere zemin hazırlamaktadır. Lokal başkaldırmalar kaygıyla izlenmektedir. Şehir magandaları zaman zaman dehşet saçmaktadır. Etnik çatışmalar an meselesidir.
Türkiye’nin yaklaşık yarısı illegal ve ilkel biçimde yerleşmekte ve yaşamaktadır. Plansız bölgeler, bilim ve hukuk dışı uygulamalar, projesiz inşaatlar, kaçak yapılar, ruhsatiye ve mühendislik hesaplarına aykırı olanlar, standart dışı binalar, gecekondular ve benzerleri bunlardan bazılarıdır.
Büyük kentlerimizin yarısından fazlası çarpık ve çirkin yerleşimlerle kuşatılmıştır. Kanserli imar oluşumları kent ve insan dokusunu giderek tahrip etmektedir. Bazı kesimlerde ulaşım kabus haline gelmiştir. Bazı bölgelerde ise ‘Getto’ lar oluşmuştur. Şehirlerimiz her nevi ve ölçekte kirlenirken beden ve ruh sağlımız bozulmakta, orta halli vatandaş için eğitim ve sağlık gibi temel hizmetleri alabilmek giderek zorlaşmaktadır.
Gecekondu yıkımları çoğu kez iç savaş görüntülerini anımsatmakta, ayrıca yasadışı örgütlerce istismar edilmektedir. Alternatif barınma imkanları sunulamayan çaresiz aileler mağdur olmakta, kimileride rant kaygılarıyla bu yaramızı irrite etmektedirler. Imar, arazi, gecekondu, otopark mafya ve çeteleri oluşmuş, yasa ve yönetmeliklere harfiyen uyanlar bir bakıma enayi addedilir olmuştur.
Konut politika ve stratejilerimiz yetersizdir. Mortgage Yasası’na uygun ekonomik iklim oluşamadığından dar gelirlilere yönelik toplu konut atakları sekteye uğramaktadır. Tam endüstrileşmiş ve hızlandırılmış yapım teknikleri ve superprefabrikasyon Ülkemizde yaygınlaşamamıştır. Toplu konut üretiminde büyük gayret ve aşamalara rağmen sıradan vatandaşın ‘başını sokacak bir ev’ hayali ertelenmektedir.
Kimi Avrupa kentlerinin tek başına aldığı yabancı turist adedini doğa ve tarih zengini ve aynı zamanda olasıya ucuz Ülkemiz bütünüyle çekememektedir. Güzide turizm yörelerimiz çirkin yapılar ve aşırı betonlaşma ile yozlaşarak turizm sektörümüzü olumsuz etkilemektedir. Muhteşem doğa ve tarihimiz, görkemli turizm tesis ve varlıklarımız ucuza pazarlanmaktadır. Ayrıca, sokak güvenliği turizmin ‘olmazsa olmaz’ ıdır.
Turizm odaklı sahil Belediyelerinin bir kısmı yasa, yönetmelik tanınmaz olmuştur.
Emanet aldığımız emsalsiz doğal ve kültürel güzellikler kirlenmekte ve bozulmakta, tarihi varlıklarımız kademeli biçimde kaybedilmektedir. UNESCO ve benzer kuruluşlar Ülkemizde bulunan Dünya Mirası öğelerini sorgulamaktadır.
Belediyelere ilaveten imar planı yapma yetkisiyle donatılmış 20 kadar merkezi kuruluş bu büyük gücü kaybetmemek için zaman zaman birbirleriyle ihtilafa düşmektedirler. İmarda çok başlılık aşılamamakta, fiziki planlama sürecinde arzu edilen bilimsel-sanatsal koordinasyon ve bütüncül yaklaşım yakalanmamaktadır.
Imar afları kargaşayı azdırmakta, ‘bugüne kadar yapana göz yumalım, bundan sonra yapanı yakarız’ kısır döngüsünden uzaklaşılamamaktadır.
Ülkemizdeki yapıların büyük bir bölümü depreme dayanıksızdır. En az 20.000, kimilerine göre 50.000 can ve en az 25 milyar dolar para kaybettiren depremlerden 12 yıl sonra ‘laf çok fiiliyat yok’ tur.
Kültürümüzün ana bileşeni olan yöresel ve geleneksel mimari tarzımız giderek kaybolmaktadır.
Meslek odaları ile Hükümet taban tabana zıttır. Imar hukukunda ‘bilirkişilik kurumu’ neredeyse çürümüş durumdadır. Çoğu kez gerçeği, adaleti açıkça çarpıtan teknik raporlar alınabilmektedir.
Fiziki çevremizi tasarlayan, planlayan ve şekillendiren mesleklerin yüksek öğrenimi çağdaş ülkelere kıyasla geri kalmış durumdadır. Universitelerimiz her yıl binlerce diplomalı, ancak yetersiz mimar ve mühendisimizi piyasaya salıvermektedir. Seçkin gençlerimiz ise yurtdışına kaçmaktadır.
Küresel Isınma Sendromu ve kuraklığa karşı tedbirler gecikmektedir. Yapılı çevrede enerji israfı halen yüksek düzeydedir.
10 senedir yazıp söylüyorum, Ülkemizin kapsamlı ve radikal bir ‘Çevre ve Şehircilik Reformu’na gereksinimi vardır.
Işte bu noktada yeni Hükümet tarafından ihdas edilen ‘Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ doğru bir karardır. Bakanlığın önüne gelen sorunlar yumağı ise devasa boyuttadır. Umarım çevre, şehircilik ve imar alanında beklenen zihniyet değişikliği ve köklü reform başarılır ve Ülkemizin insanı uzun zamandır hasretini çektiği çağdaş, güvenli ve seviyeli yaşam mekanlarına, ihya edilmiş doğal, tarihi ve kültürel çevrelere kavuşur.