Annemizin gözlerine bakmadan şeker alamazdık bize ikram edilen şekerlikten. Okuldan eve dönüldüğünde tüm giysiler yıkanmak için mutlaka çıkartılırdı. Hep beyaz giydirirdi annemiz. Kir daha iyi görünsün diye… Pastaneye gitmenin moda olduğu bir dönemde bir kere bile pastaneye gitmeden mezun olduk liseden. Ve sofraya oturmadan önce asla atıştıramazdık. Yani annemiz tam bir disiplin taraftarıydı.
Ama ben öyle olmadım. Sınırsız da bırakmadım çocuklarımı, bir sınır her zaman oldu. Annemin ki kadar dar değil ama “arz kadar geniş” de değildi.
Her şeyin planlı ve saatli olduğu bir ailede yetişmişsek ya ailemizden nefret eder ve kendi çocuklarımız için tüm sınırları yıkarız ya da aynen ailemiz gibi olur ve aynı sınırları kendi çocuklarımız için yeniden kurmaya kalkarız.
Şimdilerde benim annem gibi annelerin elinden çıkmış insanların çocuklarını yetiştirirken hiç sınır koymadıklarını görüyorum. Çocuğa sınır koymanın, onun benliğini yaralayacağı endişesi taşıyorlar.
“Hayır!” demeden, kaş çatmadan çocuk büyütmek adına, sinir krizleri içerisinde, sadece kendi benlikleri çevresinde büyüyen çocuklarımız var şimdilerde. Sonralarını bilmiyoruz, zaman gösterecek. Duygularını nasıl ve ne şekilde olgunlaştıracaklar, bilmiyoruz. Ama annelerin ağzından çıkan tek kelime var o da: “Peki evladım, sen bilirsin.”
Bu durumu hayra yormak istiyorum. Fakat bir türlü beceremiyorum. “Bir yerde bir yanlış var, yanlış yapıyorsun! Yapıyoruz!” diye haykırmak istiyorum ama nafile.
Bir ifrat, bir başka nokta da tefrite sürüklüyor insanları nedense. “Hayır!” denmekten, mükemmeliyetçi annelerin elinde “proje” gibi görülmekten bunalmış bünyeler, kendi yaralarını çocukları üzerinden iyileştirmeye çalıştıklarında bu defa yara bir başka yerden açılıyor.
“Dur”dan “sus”tan anlamayan, bencil ve kendi merkezli çocuklar, büyükleri her yerde parmaklarında oynatmaya başlıyorlar.
Denilebilir ki: “Anne memnun, baba memnun, sana ne? Oynayan da oynatan da onlar. Çileyse onlar çekiyor…”
Evet, şimdilik sadece onlar ama ya yarından sonra? Çığ gibi büyüyen bu benmerkezci yapıdaki insanlarla bu toplum nasıl uğraşacak?
Bir çikolatayı yerken diğer çocuk gördüğünde, annemizin hemen “Arkadaşına da ver çocuğum!” demesi nerde; şimdi “Vermek istemiyorsan tamam verme.” denilen ve diğer çocuğun gözünün içine baka baka çikolatayı kendisi yiyen, güya “benliği zedelenmemiş” çocuk nerede?
Bir gün mucize olacak da çocuk bir anda paylaşmayı mı öğrenecek? Hiç sanmam!
Ama bu kaşlarımızı çata çata “Ver bakayım çikolatanın yarısını!” demeyi haklı gösteren bir söylem de değil. O da yanlış. Çocuğu ağlata ağlata çikolatasını koparmak onu paylaşmaya zorlamak…
“Peki, doğrusu ne?” diyorsanız eğer… Çocuğu diğerinden haberdar etmek… Ona çikolatasını paylaşabileceğine dair seçenek sunmak… Hatta paylaşması için teşvik etmek, paylaştığında sevinmek ve takdir etmek, paylaşmadığında “Sen bilirsin ama arkadaşın üzüldü sanırım.” diyebilmek…
Eğer bir sınır konulmuyorsa, bir daha hiç sınır konulamayacak demektir!
Hayatta herkes için sınırlar konmuştur. Yapabileceklerimiz ve yapamayacak olduklarımızın bir sınırı var. Eğer bu algıya dair çocuklukta hazırlanmamışsak, sonra işimiz daha zor! Kırılmalarımız daha büyük olacak…