Türkiye’de ve bölgede bir gün geçmiyor ki yaprak kıpırdamadan dursun. Artık, hangi olayın bir diğerinden dozaj olarak ve yan etkisi bakımından daha kuvvetli olduğunu karıştırmış durumdayım. Olayların etken madde oranı ve yan etkisi giderek artıyor. Belki de yaşanan tüm gerilimler büyük bir yap bozunun (puzzle) küçük birer parçası..
Bütün bu kafa karışıklığı içinde nereden başlamalı? Hangi birini anlatmalı? İrdelemeli… Sabahlara kadar açık oturumlar düzenlemeli hakkında? Belki de bazen susmalı insan. Öyle ya, susmak çok kuvvetli bir silah olmalı ki insanlar susmayı da bir hak olarak kabul etmişler.
Belki de nerede konuşup, nerede susmayı (yeniden) öğrendiğimiz vakit daha doğru, çözüm odaklı cümleler çıkacak ağzımızdan…
Dün karşıdan karşıya geçerken yine dakikalarca yaya geçidinde araçların durmasını bekledim. Oysa ki onlar bunun benim hakkım olduğunun hiç farkında bile değildiler. “Yaya geçitlerinde yayaya yol veriniz.” öğretisi öyle satır aralarında kalmış; beyinlere, ruhlara hiç işlememiş. Bir yaya olarak yaya geçidinden geçebilmenin verdiği haklı gururla iki adım atmaya kalktığınızda kornalar hemen çalmaya başlar; sanki sürücülerin hakkını gasp etmişsiniz, kırmızıda geçmişsiniz gibi muamelesi görürsünüz. Halbu ki onlar da bal gibi bilirler bu trafik kuralını. Trafikteki “iyi niyet kurallarını” hiç saymıyorum bile!
İngiltere’de yaya çizgilerinin olduğu sokakların kaldırımlarında tek bir sarı ışık sürekli yanıp söner ve şoför metreler öncesinden orada bir yaya geçidi olduğunu anlar. Bir tane bile yaya olsa mutlaka durur. Ne yaya ona durması için işaret eder ne de şoför “aman bir adam için durulur mu şimdi?” diye düşünür. Olması gereken neyse odur yapılan…
Belki de batılılar, kendi menfaatleri adına, hak ve özgürlüklerini eşitlik ilkesi ile koruyan, yargı ve ceza sistemine güvenecekleri kanunlarının mevcut olduğuna çok iman etmiş olabilirler. Başkasının başına gelebilecek bir şeyin kendi başlarına da gelebileceğini çok iyi özümsemiş olabilirler.
Olması gereken neyse o… Türkiye’nin sorunu olması gerekenin ne olduğunu bir türlü kavrayamamış olması…
Eğer şike yapıyorsanız, bunun bir daha tekrarlanmaması için en ağır cezanın verilmesi gerekir.
Eğer darbe planlarınız ortada kağıt uçuklar gibi uçuyorsa, sürecin cılkını çıkartmadan hüküm ne ise o verilmesi gerekir.
Eğer hâlâ Drant Dink’in cinayetinin kimler tarafından tezgâhlanıp, azmetirildiği ortaya çıkmıyorsa, ilgili dönemdeki tüm yüksek yetkililer azlettirilerek işin ciddiyeti şeddelenir.
Hâlâ Danıştay saldırısında soru işaretleri varsa, aksaklığı sebep veren engeller ortadan kaldırılır.
Hâlâ Sivas katliyamı, “şeriatçılar”ın vahşeti şeklinde insanların beyinlerine kazınmışsa ve masum insanlar bu yüzden 17 yıldır hapis yatıyorsa, olması gereken neyse, o yapılır.
Tüm bunları söylemenin kolay olduğunu biliyorum. Kaldı ki bu ülkenin %30’u Kubilay hadisesini hâlâ şeriatçı ayaklanma zannetmektedirler.
Bütün bunları alt alta üst üste koyunca asıl yapılması gerekenin (içeriği doğru bile olsa) tepeden inme yasalar yerine, tüm halkı kapsayan sivil anayasayı gönül rahatlığı ile uygulayan, uygulatan özgürlükçü, statükoyu reddeden, dünya ile entegrasyona hazır, kültürünü benimsemiş, tarihi ile barışık, misyonunun farkında, vizyonu geniş gençlerin yetişmesine son sürat imkân hazırlamak gerekmektedir…
İnsanımızın bozulması nasıl önce eğitim ile başladıysa, düzelmesi de önce eğitimle olmalıdır. Bu ülkenin en önemli sorunu eğitimdir.
Sevgi ile kalın..