Tarih, bilinenin basit bir tekrarından yani tarihsizlikten ibaret değildir; tersine, doğanın olduğu gibi toplumun da bir tarihi vardır. Eskinin evrimle ya da devrimle sürekli olarak aşıldığı, yerine daha ileri sistemlerin konduğu, geri sıçramaların hatta geri dönüşlerin yaşanmasına karşın sürekli olarak basitten daha ayrıntılı örgütlenmeyi gerekli kılan gelişkine, iyiye, güzele doğru ilerleyen, kelimenin gerçek anlamıyla zor ve karmaşık bir gelişmedir.
Aydınlanmacılığın bu tarih kavrayışı, eskinin kendisini hep yenilediğine dair antik Yunan ve ortaçağ tarih anlayışının eleştirisi olarak geliştirilmiştir.
Bu eleştirinin temelinde; doğal bir kölelik durumundan söz ediliyorsa eğer bunun nedeni doğaya aykırı bir köleliktir. İlk köleler güç kullanılarak köle yapılmıştır, köleliklerinin sürmesinin nedeni korkaklıklarıdır, yaklaşımı vardır. Bu anlayışta, hiçbir toplumsal sistemin kalıcı olmadığı, dolayısıyla hüküm süren toplumsal ilişkilerin de kalıcı olamayacağı algısı vardır.
İngiliz burjuva devrimi başlangıç alınırsa üzerinden üç yüz yıl, Aydınlanmacılığın toplum düşüncelerinin ve politik hedeflerinin daha klasik bir örneği olarak kabul edilen Fransız devrimi ölçü olarak kabul edilirse üzerinden iki yüz yılı aşkın bir zaman geçmiştir.
1789 Fransız devrimi; Aydınlanmacılığın evrenselleşmesinin ve klasikleşmesinin kaynağı olmuştur. İngiliz devrimlerini hazırlayan düşünceler ve bunların saltanat karşısında elde ettiği politik hak ve özgürlükler, yaklaşık yüz yıl sonra Amerikan bağımsızlığının ve Fransız devriminin hem düşünsel hem de politik ilham kaynağı olmuştur.
Aydınlanmacılık, insanın taksiratlı reşit olmayan durumunun son bulmasıdır. Reşit olmamak, başkalarının güdümü olmadan aklını kullanamama beceriksizliğidir. Reşit olmama durumunun taksiratlı olmasının nedeni, aklın kusurundan değil ama birisinin kendi aklını kullanmasında yeterince kararlılık ve cesaret gösterememesidir. Bundan dolayı aydınlatmacılığın şiarı, sapere aude! yani “kendi aklını kullanma cesaretine sahip ol” dur.
Din, doğaya bakış, toplum, devlet düzeni, her şey en acımasız eleştiriye tabi tutulmuştur; her şey aklın mahkemesi karşısında ya varlığını gerekçelendirmeli veya varlığına son vermelidir. Düşünen akıl, her şeyin tek ölçüsü olarak kabul edildi. O devir her şeyin tersine çevirildiği çağdı.
Devlet; toplumu tehdit edip, bireylerin özgürlüğün kısıtlamaya, onların hayatını tehdit etmeye başlarsa, halkın devlete karşı direniş göstermesi doğal bir haktır. Diğer yandan, bir varlık olarak insan ile doğa arasında uyum sağlanmalıdır. Doğa bilinmez ve anlaşılmaz yani açıklanamaz doğaüstü güçlerin hâkim olduğu bir alan değildir. Doğa, insanın keşfedip açıklayabileceği kendine özgü iç yasaları olan, keşfedilip açıklanabildiği oranda da insan yaşamıyla uyumlu duruma getirilebilir bir alandır.
Aydınlanmacılık, toplumların gelişmişlik düzeyine, kültürel özelliklerine, entelektüel ve tarihsel geleneklerine göre biçimler alarak, değişerek öncelikli olarak Avrupa kıtasına oradan da bütün dünyaya yayılmış toplumsal bir harekettir.
İslam dünyasında; aydınlanma, tıkanmıştır. Müslümanlar 7. yüzyıl olgularıyla düşünmeye, yaşamaya yönlendiriliyorlar. Gelişimi, değişimi, dönüşümü reddediyorlar.
İslam dünyasında İstanbul, Mekke, Medine, Kudüs, kutsal belde olmasına karşın yeni düşünür ortaya çıkaran yerler olmaz. Tarikatlar, cemaatler, tekkeler, zaviyeler; aydınlanmaya yönelik her türlü akılcı düşünceye kapalı alanlardır. Öylesine ki mistik düşüncelerle, tartışma yerleri halindedir. Dolayısıyla özgür düşünce gelişimi söz konusu olmamıştır.
Aydınlanma; İslam dünyasında, Türkiye’de başlar. Bugün İslam düşüncesi de anlayışı da geçmişin tekrarından ibarettir.
İslam dünyasının; bu nedenle düşüncede, anlayışta yaşamda, bir aydınlanma hamlesine gereksinimi vardır.
Günün Sözü: Kişilerin ve kavramların peşinde sürüklenen insan gelişemez, üretemez.