Seçim döneminde siyasilerin biri birlerini ağır şekilde suçlamalarının yol açtığı gerginlikler bitmeden CHP ve BDP’nin (belki PKK demek daha doğru olur) TBMM’yi boykot etmesiyle birlikte yep yeni bir sorun daha ortaya çıkmış oldu.
28 Haziran 2011 Salı günü TBMM’de milletvekillerinin yemin törenine CHP katılmadı. Daha doğrusu öyle yaptı gibi. CHP’li milletvekilleri TBMM genel kuruluna geldiler. Oturdular. Ama sıraları gelip adları okununca kalkıp yemin etmediler. CHP’den İzmir adayı yapılan Mustafa Balbay ve Zonguldak adayı yapılan Mehmet Haberal milletvekili seçildikleri halde, yargılandıkları mahkemece Salı verilmedikleri, TBMM’ye gelemedikleri için CHP’de onlar serbest bırakılıncaya kadar böyle bir eylem kararı almıştır. Aslında bu kararı nasıl ve nereye kadar CHP’nin uygulayabileceği kuşkuludur.
CHP’nin milletvekillerini Salı vermeyen İstanbul Özel yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesidir. Ama CHP, mahkemenin kararı için mahkemeyi protesto etmek yerine TBMM’yi protesto ediyor. Halbuki kararı alan TBMM değil mahkemedir. CHP’liler protesto edilecek adres konusunda derin bir kafa karışıklığı içinde görünmektedirler.
CHP protestosunun TBMM’ye taşınması Salı verilmeyen milletvekilleri bakımından da tutarlı değildir. Çünkü bu şahıslar AKP’li hükümeti devirmek, AKP’nin çoğunluğu oluşturduğu TBMM’yi feshetmek yani askeri bir darbe ile demokratik düzeni yıkmak iddiası ile yargılanmaktadırlar. CHP’nin sahip çıktığı bu milletvekillerinin darbe yaparak kapatmaya çalıştıkları/amaçladıkları TBMM’ye gelmeleri ahlaki bakımdan da sorunludur. Kapatmak istedikleri TBMM’ye gelerek oranın ayrıcalığından dokunulmazlığından yararlanmaya çalışmaktadırlar. Bu aynı zamanda bir iki yüzlülük örneği değil midir?
Halbuki AKP hakkında kapatma davası açıldığında, Balbay, “mahkemeler ulusal egemenliğin bir parçasıdır” diyebilmiştir. Diğer parçası da TBMM olmalıdır her halde. Şimdi ulusal egemenlikten bir parça saydığı mahkeme kararlarına karşı diğer ve önemsiz saydığı parçaya TBMM’ye sığınmaktadır. Bu durumu iki yüzlülük kavramı ile de açıklamak çok zor olacaktır. CHP ise zaten böylesi rejime karşı darbe sanıklarını milletvekili yaparak hukuka karşı bir hile yolunu tercih etmiştir. Yıllarca dokunulmazlığı savunan, TBMM deki milletvekillerinin de her vatandaş gibi kolayca yargılanabilmesini hukuk devleti olmanın, demokrasinin bir gereği diye tekrarlayan CHP şimdi iki darbe sanığının yargılanmasını engellemeye çalışarak, hukuk devleti gibi bir amacının olmadığını her halde ortaya koymuş olmaktadır.
CHP ve onun gönüllü milisleri gibi davranan doğan medyası 12 yıl önce seçilmiş olan Merve Kavakçı’nın hiçbir mahkumiyeti ve hakkında hiçbir mahkeme kararı yokken milletvekili yemini edememesi için nasıl büyük bir meydan savaşı vermişlerdir. Barış ve Demokrasi yanlısı diye lanse ettikleri Bülent Ecevit’in eş güdümünde (şimdi çoğusu Kılıçdaroğlu’nun yanında CHP’li olan Emrehan Halıcı, Tayfun İçli gibi) Merve Kavakçı’nın milletvekili yemini etmesini engelleyerek, halkın iradesini hiçe saymışlardı. Ulusal egemenliğe zerre kadar değer vermediklerini göstermişlerdi. Ancak bu işler zaten insanlar arasında dönüp duran bir haldir. Dün Merve Kavakçı’ya yaptıkları günümüzde kendi başlarına gelmiştir.
Şimdi CHP seçtirdiği milletvekillerinin TBMM’ye gelemeyişinin sorumlusu TBMM imiş gibi orayı boykot ederek, aslında orayı etkisiz hale getirerek AKP’nin aldığı % 50’lik oy oranını işe yaramaz hale getirmeye yönelmiştir. Bunun önemli ama bir o kadar da derin bir kurmay planı olduğu söylenebilir. CHP TBMM’de yok diye, TBMM çalışamaz duruma gelirse böylece AKP’nin aldığı % 50’lik oyda hiçbir işe yaramamış olacaktır. CHP darbe sanığı seçtirdiği milletvekillerini, AKP’ye kurtarma ısrarında bulunarak insan aklına karşı bir işe daha yönelmiştir. AKP kendisinin çoğunlukta olduğu TBMM’ye karşı darbe girişiminde bulunanları mahkeme kararından kurtarırsa kendi varlığına karşı gelmiş olacaktır.
CHP’nin TBMM’de yemin etmeme, genel kurul çalışmalarına katılmama gibi boykotunu uzun süre devam ettirmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Yemin etmeyen, TBMM genel kurul çalışmalarına katılmayanların milletvekilliklerinin yasal dayanağı ve meşruiyeti sorgulanacaktır. Bir süre sonra milletvekili olmadıklarına belki TBMM karar verecektir. Böyle bir sonuçla karşılaşmayı bütün CHP milletvekillerinin isteyeceği hiç te inandırıcı değildir. CHP eninde sonunda TBMM’ye gelecektir. Şayet gelmezse, ana muhalefet partisi olma durumunu bile iki darbe sanığı için terk etmiş olacaktır. Ki bu durum o iki sanığın Ergenekon grubu içindeki yerinin çok yukarılarda olduğu bu yüzden CHP ile de hiyerarşik bir ilişki içinde oldukları görüşünü kuvvetlendirmiş olacaktır. CHP’nin uzun süre TBMM dışında kalarak yeni bir erken genel seçime veya bir ara seçime yol açabilmesi ise siyaseten onu daha büyük yenilgilere uğratabilir.
CHP’nin TBMM’yi etkisiz hale getirme çabası AKP’nin kararlılığı kadar MHP’nin tutumu da büyük ölçüde tayin edici olmuştur. Oysa AKP yönetimi ve ona yakın olan bazı çevreler MHP’nin 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde baraj altında kalmasını ne kadar çok istemişlerdir. MHP’yi % 10’luk baraj altında gösteren haberler bu çevreleri ne kadar mutlu etmiştir. Şimdi ise AKP’nin aldığı % 50’lik oy oranı büyük ölçüde MHP’nin TBMM’de bulunması ile işlevsel olabilecektir. AKP yöneticilerinin ve medyada onu sahiplenmiş görünenlerin bu sonuç karşısında geçmişteki tutumlarını yeniden bir vicdan muhasebesi ile gözden geçirmeleri gerekmektedir. Çünkü MHP’de CHP ile birlikte hareket etseydi AKP’nin durumu giderek daha vahim bir hale dönüşürdü.
MHP’nin büyük bir dikkatle Ergenekon-balyoz adı verilen hükümet darbesi girişimlerinin dışında kalmaya, darbecileri korumamaya özen göstermesine rağmen genel seçimlerde bu sanıklardan birisi olan Engin Alanı İstanbul’dan milletvekili seçtirmesi bu tutumuna gölge düşürmüştür. Engin alan’ın MHP’den milletvekili seçilmesi ister istemez bu isim aracılığı ile de olsa giderek MHP’yi de Ergenekon-balyoz gibi darbe girişimlerinin tarafı durumuna getirecek bir içeriğe sahiptir. Halbuki o alanın sahibi (Engin Alan’ın MHP’de olmasına rağmen) CHP’dir. O alanda MHP’nin de boy göstermesi varlık nedenlerine aykırı olacaktır. Giderek MHP’yi CHP’lileştirebilecektir.
YSK’nın akıl almaz çelişkilerle önce BDP’nin adaylarını yasaklaması, sonra özel bir hukuk
“Habur Hukuku” uygulayarak izin vermesi, seçimlerden sonra Hatip Dicle’ye önce milletvekilliği mazbatasının verilmesi sonra 22 Mart 2011’de aldığı cezanın Yargıtay tarafından onaylanmışlığı gerekçe gösterilerek Hatip Dicle’nin milletvekilliğini iptal etmesi yeni kaos ortamının bahanelerinden birisini daha oluşturmuştur. Bu olayın akılda kalan taraflarından birisi ise 2008’de Diyarbakır’da bir dershane önünde PKK’lıların patlattığı bomba sonunda ölenlerden birisi olan liseli Murat Şahin’in annesi Oya Eronat’ın iptal edilen Hatip Dicle yerine AKP’den 6. sırada milletvekili seçilebilmiş olmasıdır.
BDP’den seçilen KCK sanığı beş milletvekilinin de mahkeme tarafından Salı verilmeyişi üzerine BDP’li milletvekilleri de TBMM’ye katılıp milletvekili yemini etmediler. Hatip Dicle ile birlikte bütün milletvekillerinin Salı verilmesine kadar bu boykotlarını sürdüreceklerini ilan ettiler. Bu hengamede üzerinde yeterince durulmayan iki olay vardır ki bunlardan birisi Diyarbakır/Hazro ilçesi AKP’li Belediye başkanı fetüllah Mehmetoğlu’nun oğlu PKK’lılarca kaçırılmasıdır. Kaçırılma olayından birkaç gün sonra Mehmetoğlu elbette AKP’yi suçlayarak ondan istifa etmiştir. İstifasından birkaç gün sonra da oğlu PKK’lılarca serbest bırakılmıştır. Böylece PKK’lıların nasıl bir siyasi çizgi takip ettikleri bir kere daha ortaya çıkmıştır. Hazro vb yerlerdeki seçim sonuçlarının bu yüzden inandırıcılık değeri hayli düşüktür. Çünkü oralarda PKK’ya rağmen oy vermek, seçilmek ve seçildiği yerde kalmak kolay değildir. İkinci haber ise artık BDP’li (veya PKK’lı) milletvekilleri haftalık grup toplantılarını Diyarbakır’da yapacaklarmış. Diyarbakır Türkiye’nin 81 ilinden birisidir. Türkiye’nin hemen her ilinde milletvekilleri toplanabilir. Ancak PKK çevrelerinden oluşan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) diye bir garip örgüt ve onun meclisi olduğu söylenen heyet ısrarla toplantılarını niye Diyarbakır’da yapmaktadır? Diyarbakır’ı kendileri için fiilen ikinci (belki birinci demek daha doğru olur) bir başkent durumuna getirmeye çalışmaktadırlar. Hükümet çevreleri ise her halde bu tür olayları turistik içerikli gördüğünden olmalı ki her hangi bir itirazda bulunmayı gerekli görmemiştir.