Habertürk gazetesinden Şükran Özçakmak’ ın “Hekime şiddet Türkiye’ de salgına dönüştü” başlıklı haberi şöyle:
“Acil servisten polikliniğe, hastane bahçesinden ameliyathanelere kadar, hiçbir yer artık doktor ve sağlık çalışanları için güvenli değil. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) kayıtlarına göre 2009 ve 2010 yılında 65 doktor darp edildi, 1 doktor hayatını kaybetti. 2011 yılının son 4 ayında ise 40’tan fazla doktor ve sağlık çalışanı, hasta ve hasta yakınının saldırısına uğradı.
Hastaneler, can güvenliği açısından riskli alan haline geldi. Sağlık çalışanları, arabalarına taktıkları siyah kurdelelerle devletin yetkililerine seslerini duyurmaya çalışırken, doktora saldırı, sisteme öfkeli vatandaştan kaymakama kadar yayılan bir salgın haline geldi.”
Gerçekten de son zamanlarda gazetelerde, televizyonlarda dayak yiyen doktor, hemşire ve sağlık personeli haberleri eksik olmuyor.
Hekimlere yönelik bu saldırıları ‘münferit bir olay’ veya ‘dellenmiş bir hasta yakınının tasvip edilmesi mümkün olmayan davranışı’ gibi değerlendirmek başımızı kuma gömmekten başka bir şey değil.
Hekimlere yönelik bu şiddetin, sosyologlarca araştırılması gereken çok yönlü ve çok önemli toplumsal bir mesele olduğu kanaatindeyim.
Bence doktorlara uygulanan şiddetin altında yatan pek çok temel sebep var:
Şiddet son senelerde sadece doktorlara yönelik olmayıp yediden yetmişe toplumun tüm kesimlerini etkileyen bir olay hâline geldi. Bakıcıları tarafından acımasızca dövülen bebekler, yuvalarda öğretmenleri tarafından hırpalanan çocuklar, birbirlerine bıçak çeken ilkokul öğrencileri, tabanca ile vurulan liseliler, yol verdin vermedin veya otopark yüzünden o güne kadar hiç tanımadığı biri tarafından delik deşik edilenler… Bu toplumsal şiddetin hepimizin çok iyi bildiği kurbanları değil midir?
Toplumda her alandaki yozlaşmadan tıp da kendine düşen payı almış ve bir zamanlar kutsal meslek olarak bilinen hekimliğin saygınlığı hızla azalmaya başlamıştır. Bugün doktor denince hayat kurtaran, dertlere deva bulan kişiler değil, bıçak parası alan, hastanede yüzüne bile bakmadığı hastalara muayenehanede candan ilgi gösteren, ilaç firmalarının bir dediğini iki etmeyen kimseler anlaşılıyor.
Tıptaki yozlaşmada, başta ettikleri yemini unutan bazı doktorların bizzat kendileri olmak üzere, oy peşinde koşan popülist siyasetçi ve bürokratların, kış uykusuna yatmış üniversitelerin, boğazlarına kadar politikaya batmış tabip odalarının, tek amaçları daha çok kâr etmek olan ilaç endüstrisinin de önemli katkıları vardır. Sağlığın çok kâr getiren bir sektör hâline dönüşmesi ve bunun birtakım tıp dışı çevreler tarafından çok iyi kullanılması yozlaşmayı hızlandırdı.
Son yıllarda ortaya çıkan ve aslında gerçekten önemli olan ‘hasta hakkı’ kavramının bizde maalesef yanlış anlaşılması, hatta bazı kişi ve kurumlarca gaddarca hekimlerin aleyhine kullanılması bu şiddetin sebeplerinden biri.
Kanunlardaki hata ve boşluklardan da yararlanılarak doktorlara açılan davalar da her geçen gün çığ gibi artıyor. Doktorlar hastaların rakibi veya düşmanıymış gibi gösterilmeye çalışılıyor. Hasta hakkı “doktor dövme hakkı” olarak anlaşılıyor. Elbette yanlış yapan, ihmali olan, kusuru olan hekim bunun cezasını çekmeli ama yaşanan her olumsuzluktan doktorların sorumlu olmadığı da unutulmamalı.
Medyanın da şiddetteki rolünü gözden kaçırmamak lâzım. Doğruluğu kanıtlanmamış hasta şikâyetlerinin (hatta bazen iftiraların), hekimi suçlayan haberler olarak yayınlanması, hekimin gerçekten kusurlu olduğu münferit bir olayın sık yapılan bir yanlış gibi sunulması olağan oldu.
Hekim yorgunluğu, iş yoğunluğu, altyapı ve teknolojik yetersizlikler, sistem hataları hiç hesaba katılmadan, sağlıkla ilgili her olumsuzlukta doktorlar suçlanıyor. Yoğun bakımda yer yoktur, suçlu doktordur. Ameliyatta elektrikler kesilir, suçlu doktordur. İlaç alerji yapar, suçlu doktordur. Kan bulunamaz, suçlu doktordur. Hasta iyileşmez, suçlu doktordur.