Aday adaylarının bireysel çalışmaları sanıyorum 11 Nisan’da sona erecek. Bu tarihten itibaren 12 Haziran’a kadar listeye giren milletvekili adaylarının mücadelelerine ve çalışmalarına şahit olacağız.
Parti desteğini de arkalarına alarak Ankara’nın yolunu tutmaya çalışacaklar. Ancak birçok alanda olduğu gibi demokrasimizde de çok büyük sorunlarımız var. Eğer tıkanan kanalları açamazsak, batılı demokrasi düzeyine ulaşmamız hayal görünüyor.
İnsanımız kendi dünya görüşüne göre her hangi bir siyasi partiye gönül vermiş olabilir. Şaşırtıcı olan şurası: Takdir ettiği partiye oyunu kullanan birseçmen, aynı zamanda istemediği bir milletvekili adayını da seçmiş olabiliyor.
İşin bu kısmı sizce de biraz çarpık değil mi? Bazı sistemlerde valiler, kaymakamlar bile halkın oylarıyla göreve gelirken biz neden milletvekillerimizi seçemiyoruz? Ve neden istisnasız göreve gelen her siyasi parti bu durumu düzeltme adına elini kolunu oynatmıyor?
Eğer Türkiye; bölgesinde ve dünyada parlayan bir yıldız, bir cazibe merkezi olma yolundaysa, rejimindeki aksaklıkları neden çözmüyor? Yoksa çözemiyor mu?
Eğer çözülemeyecekse “Türk Demokrasisi” kavramı yerine “Demokrasiye Benzer Liderlik Rejimi” (Ne demekse…) ifadesini kullanmak daha akılcı olmaz mı?
Çünkü okuduğumuz ve öğrendiğimiz kadarıyla halkın kendi milletvekilini seçememesi demokrasi olamaz. Böyle bir çarpıklığın “Türk Demokrasisi” kavramını hak ettiğini söylemek mümkün değildir
Demokrasinin bir başka yönü “Şeffaf Yönetimdir”. Bu nasıl şeffaf yönetimdir ki; gelmiş geçmiş hiçbir idareci, bu konuda neden gözle görülür bir iyileştirme yapılmadığını, lütfedip de vatandaşa açıklamadılar.
Yıllardır yazılıp çizilmesine rağmen…
Olmayan “parti içi demokrasi” halkın da içinde bulunduğu özgürlükçü bir sistemi nasıl getirebilir?
Bütün bu değerlendirmeleri yaparken elbette yüzde on barajını da unutmayalım. Bu da, aynı kronik hastalığımızın bir yansımasıdır.
Tüm bu haklı feryadımıza rağmen bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da hiçbir idarecimizin doyurucu bir açıklamada bulunacağını sanmıyorum.
Çünkü birilerinden icazet alınmadan iktidara gelinemeyeceğini çok iyi bildiğimiz Türkiye’de buna cesaret edilemeyecektir.
Yoksa sadece halkın iradesiyle tecelli eden yönetimleri zapt etmek ve onları yönlendirebilmek mümkün olabilir miydi?
Daha açıkçası şöyle söyleyeyim: Demokrasi var (mış) gibi görünüyor ama yok. Tam bağımsız bir ülke gibi görünüyoruz ama değiliz.
Ankara’yı suyolu yapan adaylarımızdan öğreniyoruz ki; başkentte cadı kazanı kaynıyor. Halktan alınacak bir yetki için, nasıl oluyor da parti kurmayları bulunmaz Hint kumaşı haline gelebiliyor? Bizi yönetecek insanları biz seçeceksek, niçin Ankara bir türlü işin içinden çıkmıyor? O zaman önümüze sandık da koymayın, olsun bitsin. Hiç olmazsa vatandaşın zamanını çalmayın, yazıktır.
Elbette sandık başına gideceğiz. Hiç olmamasından iyidir. Bu vesileyle tüm adaylara başarılar diliyorum.
Ama ne olursa olsun; yakın veya orta vadede Türkiye bu prangadan kurtulmak zorundadır. Birileri tarafından “Kontrol edilebilir” bir Türkiye olmak, sanırım Kurtuluş Savaşı’nı niye verdiğimizi sorgulamamıza da yol açacaktır.
Yıllardır “demokrasicilik” oynamaktan bıkmadık mı? HOŞÇAKALIN