Maide ÖREN
BİLİNÇALTI
Hintli yazar Tagor’un dediği gibi; “Kalbini bana armağan edersen, bundan beni asla sorumlu tutamazsın. Şarkılarla şimdi sana söz verirsem, konuşurken sessiz kalıp sözümü tutmam gerektiğini hatırladığım an beni bağışlamalısın. Çünkü Mayıstaki ay yasaları Aralıkta hükümsüzdür. Kalbini bana armağan edersen, artık onlara sıkıca sarılma, gözlerin aşk şarkıları söyler ve sesinde kahkahalarla şakırsa, o zaman yeminlerim efsaneleşecek ve sözcükler esirgenmeden kıyaslanabilecektir.
Bu yeminlere sonsuza kadar inanacak ve sonra onları ebediyen unutacaksın.”
Tagor doğrumu söylüyor şimdi. Demek sen de aynı Tagor gibi düşünüyorsun.
“Bana âşık olursan ben bundan sorumlu değilim, kokusuyla beni büyüleyen güller bundan sorumlu olur mu?
Çok önce okuduğumda ne kadar hoşuma gitmişti. Oysa şimdi içimi acıtıyor. Doğru söylüyor, gitti. Evliliğimizde son buldu. Bir sorunlumu arayacağım. Ona neyin hesabını soracağım. İ-nandığım yeminlerin sahteliğini mi? Neyi?
Ona güvendiğim için bunlar… Yok… Yok, aslında ben inandım sonsuza kadar süreceğine. Neye güvenilir ki, kesin olarak güvenilebilen bir garanti varımıdır yaşam üzerinde?
Kafasını toparladı, dikkatini yola verdi. Araba kullandığından daha temkinli olmalıydı. Şehirden iyice uzaklaşmıştı. Sahilde tepelerde bir yerlere gelince durdurdu arabayı. Gözlerinde biriken yaşlar yanaklarından süzülmek için can atsa da engellemişti. Kızgındı ona en çokta kendine. Gözyaşlarına bile kızgındı olur olmaz yerlerde fışkırıp gürlediği için.
Dikiz aynasından yüzünü gördü. Rengi öyle değişmişti ki bu rengin adını bile bulamadı. Siyah kaşları da sanki uygunsuz yere konmuş gibi eğreti duruyorlardı şaşkın, anlamsızlık-tan yuvarlanmış gözlerinin üstünde. Hiç böyle görmemişti ürktü kendinden.
Arabadan indi. Şehir uzaktan beton yığını gibi cansız, denizse ayaklarının altında sessizce onu dinlemeye hazır bekler gibiydi. Her zaman uzaklarda olan güneş daha yakındı. Uzandı dokunmak için.
Elimi yakmıyorsun ha içimin yangını senin ateşinden daha baskın çıktı bak. Buraya geldim kızgınlığımı öfkemi kusmaya… Ben kendimi neden suçlu buluyorum ki…( şöyle etrafına baktı tuhaf garip birazda salakça buldu kendini sonra omuz silkti devam etti bağırmaya).
Evet neden suçlu olayım ki ben,bir kez daha deneyelim hatalarımızı gözden geçirelim dedim kabul etmedin… Üstelik kıskançlıkların zarar verdiği halde… Kendine güvenin yoktu senin ..
İki güzel birbirini bulmuş diye bizi yakıştırıyorlardı. Gözemi geldik ne… Yürekler güzel olsunmuş… Eskiler türkü yakmışlar “bir güzeli bir çirkine verdiler, güzel ağlar çirkin güler bir zaman” öyle olmalıymış ki denge bulunsun.
Ah çok mutsuzum… O sırığı özlememeyi istiyorum beceremiyorum… Bana ihanet etti… Daha iki ay bile olmadı… Alışveriş çarşısında bir kızla gördüm seni el ele… O kadar ne hayallerle kurduğumuz yuvayı dağıtmanın sebebi bir öfke inat sanıyordum, demek başkası varmış… Daha benden boşanmadan aldatıyordun ha… Yemin edip inkâr ediyorsun… Nasıl inanayım sana?
Hani çok âşıktın bana… Seni bıraksan da dayanamazdın.
Benim suçum adam sandım yeminlerine kanarak… Ah kafam ah… Şimdide öküzler gibi böğürüyorum… İçi boş kereste için… Evliliğimiz için ne yaptı… Evli olmak umurunda bile değildi ikinci evliliğiydi zaten…
Yeminlerine kandım.
Tagor… Ah… Tagor
“Yeminlerime sonsuza kadar inanabilir ve sonra onları ebediyen unutabilirsin” demesi kolay da.
Sizin gibilere inanan bizler içinde bunları yazdıktan sonra nasıl unutabiliriz formülünü de yazmalıydın.
Buyurun bir de devam ediyor;
“Seçme şansın yoktur, bol çiçekli bir gün, hoş bir ışık ve yıldızlarla dolu bir gece uğruna olunca şükran ve minnet hissinle sadece kabul edebilir ya da acı içinde bitip tükenerek hasta düşersin.”
Gerçek ne kadar acı geliyor… Ama yok o kadar uzun boylu değil… Ben sana ağlamıyorum… Ağlamam yenilgimeydi… Belki sana olan aşkımda kalmamıştı ha… Beklide bizimkisi tutkuydu… Bağları da zayıflayınca koptu…
Ben halen kızıp neden köpürüyorum ki? Bu mevsimde dalgaları köpüren deniz bile susmuş beni dinliyor.
Aslında seninle konuşmuyorum Ali Cengiz… Benim zorum kendimle… Senin de adın üs-tünde Ali Cengiz oyunu oynadın benimle.
Bu saatten sonra sen ne yaparsan yap… İstersen o gözün gibi baktığın motorunla foseptik çukuruna düş… İstersen o boş kof kafanla amuda kalk umurumda değilsin… Senin yüzünde kaç gündür boş bir çuval gibi nereye koyarlarsa orada büzülüp duruyorum. Bu acizlikler bana göre değil.
Bu ayrılığın sorumlusu benmişim sanki o sütten çıkmış ak kaşık… Kendime yüklenip onu haklı çıkarmaya çalışıyorum. Kafama balyozla mı vuruldu mahkeme kapısında görüş alanım bozuldu.
Bana bunu yaptın ya senden nefret bile etmiyorum… Seni özlediğimde yalan… Yalnızlığım durulsun diyeydi… Seni sevmiyorum da artık… Asıl ben kendimi seviyor muydum…? Zannetme ki bu çıkmazdan kurtulamam… Dağılan kendimi elbette toplayacağım… O kadar itip kaktın, tokatladın lanet olsun cehenneme kadar yolun var… Sen kendi çöplüğünde öt.
Aşk sa aşk benim gönülse benim gönlüm hadi kalk güzelim yolun uzun işin gücün var… Allahtan ki çoluk çocuğum yok yüzünü de görmeyeceğim… Seni ta denizin dibine gömüyorum. Bir süreçti bu gelip geçecek eminim. Toparlan hadi.
Şu denize bir kez daha âşık oldum. Bağırıp çağırmamı benden başka bir tek deniz duydu. Teyzemi dinleyip iyi ki de geldim açıldım biraz. Şu teyzemi çok tuhaf bulurdum. Bana “bunlar gelip geçer, ben koca okyanustan yüzme bilmeden kurtuldum senin ki dere değil biliyorum ama daha da olanakların var, denize anlat tüm derdini, kızgınlığını, bağırıp çağır, üstelik yeniden gittiğinde bir öncekini hatırlamaz bile.
Herkesi dinle uzman yardımı da al. Gittiğin yaşam yolunda ilerlemene yardımcı olacak tutunacağın dal onlar.
Ama tökezleyip düştüğünde uzanan dalları tutan senin elin, düşen sensin, sen kendini kurtaramazsan seni hiç kimse kurtaramaz.
Şimdi dök öfkeni denize, kızgınlığını haykır, bağır çağır, küfret merak etme;
Tüm çirkeflikleri, pislikleri, yalanları, ihanetleri içine alıp temizlediği gibi senin de sıkıntını temizleyecek.
Bilir misin deniz maviyken çoğu zaman dalgalanıp coşar beyaz köpük köpük olur. İşte o dalgalanıp köpürdüğü gün denizin yıkandığı gündür.