“Menekşe”nin soluşuna “Ah!” edenler için de ayrıca “Ah!” etmeliyiz. “Menekşe”nin soluşuna “Ah!” edemeyenler için ise, daha bir “Ah!” etmek isteriz.
Elizabeth Taylor hakkında..
Önümde fotoğraf.
O menekşe gözlere bir daha bakıyorum.
Sıradan kahverengi gözlerim o menekşe gözlerden daha iyi şu an.
Benimkiler görüyor, menekşe gözler görmüyor.
Benimkiler görünmeye değer şimdilik, onun menekşe gözleri gözlerden uzağa bırakıldı.
Toprağa.
Çürümeye terkedildi.
Oysa.
Neler gördü o gözler?
Kimler o gözlere görünmek için çırpındı?
O gözlerin biricik bakışına muhatap olmak için ömür vermiş en az yedi erkek sayıyorlar.
Ünlü, zengin, soylu erkekler…
Dünyanın her yerinden hayranlar.
Gıpta edenler, kıskananlar, öylesi gözlerle görmek için, öylesi gözlerin sahibi gibi görünmek için yanıp yakılanlar.
“Liz”in menekşe gözleri kapandı gitti.
Üzeri örtüldü.
Taşlar altında kaldı.
Fotoğraflara takılı artık.
Buruk bir hatıra olarak dürülüp katlandı.
Sizin içiniz acımadı mı?
Benimkisi acıdı.
Çok değil ama.
Azıcık.
Yaşadığını bile bilmiyordum ki.
Unutmuşum.
Bilsem bile, umursamıyordum ki yaşayışını.
Yaşadığını unuttuğun, yaşamasını umursamadığın birinin eksikliği bana koymaz.
Liz’in gözlerinin menekşesi solmuş…
Hıh!
Menekşe gözlü Elizabeth (kısaca “Liz”) Taylor hiç dünyaya gelmeseydi, kim umursayacaktı?
Menekşe gözleri, tatlı yüzü yeryüzünde hiç görünmeseydi, sesi hiç duyulmasaydı, kim soracaktı “Nerede Liz’imiz?” diye.
Yakasına mı yapışırdık Yaradan’ın “Lütfen ama lütfen bize Liz’imizi ver!” diye.
Demek ki, Liz kimselerin yokluğuna aldırış etmeyeceği kadar “sıradan” biriydi.
Liz’siz bir dünyaya, Liz’i sevenler, özleyenler, ardından ağlayanlar, hayran olanlar bile çoktan razıydı.
Şükür ki, Bir’i var ki bizi Liz’siz bırakmadı.
Liz bile farkında değilken menekşe gözlü olacağının, Liz’e emek verdi.
Liz, Liz diye var olacağını bilmezken “ille de Liz” diye ısrar eden sadece O oldu.
Liz’in gözleri yokken, Liz gözlerinin olması gerektiğini bile göremeyecek kadar kör iken, gözlerinin olması gerektiğini O gördü.
Liz’in güzel gözlerinin güzelliğine değer güzellikleri Liz’in görmesi için Liz görmezden önce gözeten O oldu.
Liz’in gözleri olması gerektiğini, Liz’in gözlerinin güzel şeyleri görmeye değdiğini, Liz’in gözlerinin de güzel görünmeye değdiğini Liz’den ve bizden önce O gördü.
Siz Liz’in gözlerinin menekşesinin solmasına aldırış etmemiş olabilirsiniz.
Liz’in gözlerine ebedi menekşeler vaat eden O oldu.
Biz menekşelerin Liz’in menekşe bakışları olmasa da güzel olacağına ikna olmuş olabiliriz.
Güzel menekşeler için güzel menekşe gözleri var etme inceliğini ve nezaketini ancak yine O gösterdi.
Liz’in menekşe bakışları olmaksızın menekşe güzelliğinin eksik olacağını bir O bilir.
Biz bilmeyiz.
Bir keresinde gülün soluşuna “yazığım geldi” demişti Said Nursi.
İnanmamıştım.
“Edebiyat yapıyor” sanmıştım.
Meğer iş başkaymış.
“Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşkı-bekadan gelen ağlamaların tercümanıdır.”
Yani.
Bir soluşa yazık etmiyorsan, bir ayrılışa ağlamıyorsan, sende “sonsuzluk aşkı” yok demek ki.
Sonsuzluk aşkı olmayan ise sonlulara razıdır.
Ayrılıkları dert edinmeyen bir kalp ölüdür.
Elinde bulduğuyla yetinen, elindekileri de elini de kaybedecek bir zavallıdır.
Yazığı gelmeyene de yazık…
Bunca emek verilmişken, bunca güzel iken güllerin soluşuna itiraz etmeyen bir akıl hayret etmeyi unuturmuş.
Bunca güzel iken, bunca hayranı varken, hep genç ve güzel kalmak istediği ortadayken, yaşlanan ve menekşe gözleri solan Liz’e en az bir “Ah!” borçluyuz.
“Menekşe”nin soluşuna “Ah!” edenler için de ayrıca “Ah!” etmeliyiz.
“Menekşe”nin soluşuna “Ah!” edemeyenler için ise, daha bir “Ah!” etmek isteriz.
Çünkü “Ah mine’l aşk”tır.
Aşktandır Ah!
Aşkı olmayanın ah’ı niye olsun.
Ah’ı olmayana aşk olsun.
Biz Liz’leri emek vererek var edenin, menekşelere göz verenin aşkıyla, daha çok Liz’ler isteriz.
Liz’ler kendine yazık etse de, Liz’i yokluğun karanlığından çıkarıp güzel gördürecek ve güzel görünecek kadar önemseyenin Liz’leri zayi etmeyeceğini biliriz.
Ah ederiz biz.
Çünkü, bu kadarına fit olmadık, buraya razı değiLİZ.
Razı değil L iz ki…
Gitti.