“Öküzüm torbadan düşmüş, gördün mü, Amanını Amanını yandım!…” diye devam eden esprili türkümüzü işittiğimde gülümserim… “Torba” denildiğinde ise hükümetin şu günlerde çıkartmaya çalıştığı, çalışanların da aleyhinde olduğunu düşündüğü yasanın çıkmaması için yaptığı protesto yürüyüşünde sıkılan biber gazı ve haydarın havada uçuşlarına kahroluyorum…
Çalışanlar ne ister?
İş güvencesi, insanca yaşayabileceği ücret ve çalışma koşulları…
İş sahipleri ne ister?
Az maliyetle yüksek kar ve ardından gelen lüks yaşam…
Siyasiler ne ister?
Önce siyaset nedir, birlikte anımsayalım. Malum Arapçada; “At eğitimi”, Osmanlı’da; Devlet geleneği için ceza ve özellikle ölüm cezası, Yunan siyasal yaşamında; Polise veya devlete ait etkinlikler, Siyaset Bilimi’nde ise; Belli bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyeti anlamında. Siyasete, “Yönetme sanatı ve ‘zıt fikirlerin yaşadığı toplumlarda ilişkiler karmaşası’ da deniyor…
Buna göre doğanın kanunu gereği, işverenlerle çalışanlar tarihten gelen süreçte iyi gibi görünseler de hep ‘zıt’ olmuşlardır. İşverenler az ücretle çok iş, çalışanlar ise; insanca yaşam sağlayacak ücret ve çalışma koşulları istiyor. Aslında sokaklarda gördüğümüz bunun mücadelesidir. Siz hiç sokağa çıkıp “Karlarımız Az, İşçiler az çalışıyor, çalışma saatleri artsın!” diye polisten biber gazı yiyen işverenler gördünüz mü? Demirel’e hakkını arayanların yürüyüşleri sorulduğunda; “Yürümekle Yollar Aşınmaz” diyerek tarihe geçen o ünlü sözünü söylemişti. Bu söz söylendiğinde ben, henüz gençliğe adım attığım yıllardı. Yani hayatın sağı ve solunun birbirine karıştığı, anarşinin köşe başlarını esir aldığı, herkesin kendi demokrasisini tetiğin ucundaki kurşunla sağladığı karanlık ve korkunç yıllarıydı. Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin karşısındaki Kitapçı dükkânımızın önündeki Cemal Gürsel Caddesi oldukça uzundu… Her görüşteki adımlar büyüklü ve küçüklüydü… Bu caddemiz boş tencerelere vuran ne anaları, eşit eğitim isteyen, ABD Emperyalizmine karşı “DEFOL” diyen öğrencileri ve az ücrete karşı çıkan nice çalışanları gördü. İktidarı protesto eden korteji kontrol eden ve elinde biber gazı olmayan belinde yalnızca copu takılı toplum polisleri vardı… Caddemiz her zaman uysal değildi… Bazen sağanak yağan yağmurun ardından gelen sel gibi birden coşardı. Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültesi arasındaki sokakta polisler öğrencileri elindeki coplarla kovalar, öğrenciler ise ellerine geçirdiğini havada uçururdu… Uçuşan taşlardan korunmak için küçük bedenimize sığınacak liman arardık. Şaka bir yana hani o atılan taşları biriktirsek güzel bir inşaat yapardık (!)
Gelelim Mısır sokaklarına… İnsanlar otuz yıl kendisini sömüren ve fakirleştiren Müberek’ine ; “YETER” dedi… Korkuyu bir kenara itip, sokaklarda yekvücut haykırdı… Sayın Başbakanımız gelişen olayların ardından Mübarek’e; “Güvenlik ve istikrar sağlamak için halkın dileklerini dinlemek zorundasın…” diyor. Peki, kendi ülkesinde yürüyen ve dileklerini sokakta haykıranlara aynı duyarlılığı gösteriyor mu? Çalışanların aleyhine olduğu düşünülen “Torba Yasası” için anket yapılarak çalışanların fikirleri alınmış mı? Sendikalarla bu konuda görüşmeler yapıldı mı? Ve Başbakan konuşmasına “ Hiçbir otorite halka rağmen iktidarda kalamaz. Hepimiz faniyiz, hiçbirimiz kalıcı değiliz.” Diye devam ediyor…
Evet, biber gazının ve haydarın sertliği beyinlerde bıraktığı hoş bir anı veya anılar (!)
Hani benim sevincim nerde,
Bilyelerim, topacım
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim
Çaldılar çocukluğumu habersiz.
Hani benim gençliğim nerede…
Ve… Çocuk burnundan akan sümüğüne aldırış etmeden eline sımsıkı kavradığı oyuncağı ile aşağıdan yukarıya doğru bağırır; “Anneeee Ben Sokaktayım!…”
Sokak özgürlüktür… Sokak Yaşamdır… Sokak her şeydir, her şeyin kıymetini bilenlere…
Bence, Hıncal Uluç sarhoş, ne dediğini bilmiyor, bizde, ölenin arkasından yalnızca rahmet okunur… Yazıyla ne alaka diyeceksiniz, değil mi? Bunuda magazinle ilgilenenlere yazdık!… Zira ülkemde magazin iş yapıyor da ondan…
Sürçü lisan ettiksek yine affola…