Şiir, başkalarının düşünüp de kelimelere dökemediği duygu, düşünce ve hayalleri estetik kaygılar gözeterek yansıtmaktır. Bunu gerçekleştirmek her kişinin yapabileceği bir iş değildir. Yani her insan şiir yazamaz. Belki manzume tarzında bir şeyler karalar ama bunlar hiçbir zaman şiir kabul edilmez. Şâirlik Allah vergisidir bir yerde… Çalışmayla, zorlamayla ve inatla şâir olunmaz. “Vermezse mabut neylesin Mahmut” misali, kendisinde şâirlik ruhu olmayan insanlar, karalamalarında daima tekrara düşerler. “Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur” sözü gereğince bir tekrar faslı devam eder gider. Bu da şiirin ruhuyla bağdaşmaz.
Şiir imkânsızı yakalama olayıdır. Tarifi imkânsız duygular şâirin belleğinden süzülerek şiir olur. Şairlerin diliyle kalbi arasında duygu süzgeci vardır. Kalpten gelen her türlü duygu ve düşünce dile ulaşmaz. Bu iki uzuv arasındaki manevî süzgeç, kaba lâfların dışarıya çıkmasını engeller. Dile ulaşanlar şiirsel bir özellik taşırlar. Böylelikle de herkes tarafından sevilerek okunurlar. Bilindiği gibi iki çeşit şiir vardır. Bunlar serbest şiir ve kafiyeli şiirdir. Hiçbirinin ötekine üstünlüğü yoktur. Şiir yazma kabiliyeti olanlar her iki türde de mükemmel eserler ortaya koymuşlardır. Hangimiz serbest tarzda yazan Orhan Veli Kanık’ın şiirlerine kötü diyebiliriz? Veya hangi birimiz Beş Hececiler’in yazmış olduğu kafiyeli şiirleri kötü olarak nitelendirebiliriz? Kanaatim şudur ki kafiye ve ölçü şiirin kıymetini ne artırır, ne de azaltır. Şiirin güzelliği kafiye ve ölçüde gizli değildir. Şiirin güzelliği şâirin ruhunda gizlidir.
Kafiye ve ölçü konusunda ısrarcı olmak anlamsızdır. Bir şâir ya kafiyeli ve ölçülü ya da kafiyesiz ve serbest yazacak diye bağlayıcı bir şart yoktur. Şiir ruhumuzun imbiklerinden çıkarken nasıl bir şekil alırsa dışarıya da öylece yansır. Bir şâir bazen ölçülü, bazen de serbest yazabilir. Bu şâirin şiir hamurunu yoğurduğu andaki ruhî aktivitesine ve hâline bağlı bir durumdur. Ölçülü ve serbest şiirin de güzeli ve çirkini vardır.
Bence önemli olan üslûptur. Şâir kendince özgün bir üslûp kullanabilmişse şiirin güzelliği de onun ardından gelir. Yahya Kemal, Necip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şâirlerin büyüklüğü üslûplarının orijinalliğinde gizlidir. Bu isimler değerlendirilirken ölçü ve kafiyeye riayet edip etmediklerine bakılmamıştır. Sözlerimi ünlü Fransız şâiri Paul Verlaine’nin kafiyeden şikâyet ettiği bir şiirinden aldığım dörtlüklerle bitirmek istiyorum:
“Tut belâgati boğazından, sustur,
El değmişken bir zahmete daha gir:
Kafiyenin ağzına da bir gem vur,
Bırakırsan neler yapmaz kim bilir?
Nedir bu kafiyeden çektiğimiz!
Hangi sağır çocuk ya deli zenci
Sarmış başımıza bu meymenetsiz,
Bu kof sesler çıkaran kalp inciyi?”