“Sevgide güneş ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” – Mevlana-
Bunları bilmek için kain mi olmak gerekir? Açın televizyonlarınızı izleyin haberleri, o zaman görürsünüz dinler arasındaki çatışmaları, kapkaççıları, hırsızları, küçük çocuklara tecavüzleri, ülkelerin menfaatleri için savaş açmalarını ve bütün çirkinlikleri…
Yakın zamanda Türkiye’ye gelen ve gelecekte neler olabileceğini söyledikleri ile dünyada ün yapan Amerikalı kain, verdiği konferanslarda kişi başına aldığı 650 dolara dünya’nın geleceği hakkında bilgiler vermiş. Dünyanın gidişatını şimdiden görmek için, bence öylesine 650 dolarlar vermeye hiç gerek yok. Bizde bir deyim vardır. “ Görünen köy kılavuz istemez” diye. Akıllı Amerikalı bayan neler söylemiş biliyor musunuz? Ben size aktarayım; Dünya’da kaosların gittikçe artacağını, çatışmaların dinler arasında olacağını ve eşlerin ise artık tek evlilikten çıkıp, çok eşliliğe doğru kayacağını söylemiş. İnsanoğlu, bugüne neden böyle geldi? Neden iyi bir dünya ile karşılaşamadık dersiniz? Eksikliklerimiz nelerdi? Hiç bunları düşündünüz mü? Neden sevgiyi terk etti insanlar? Bu konuda tarihimizde olduğu gibi dünya edebiyatında da sevgi üzerine insanlığa önder olmuş bir sürü bilgin ve değerli insanlar olmasına rağmen, neden onları okuma ve onların görüşlerine kulak vermemişiz? Sevgi, saygıyı ve paylaşmayı unutmuşuz.
Bugün sizlere değerli insan MEVLANA’dan bahsetmek istiyorum. onun felsefesinin günümüz insanlarına ve dünya’nın geleceği için ne kadar gerekli olduğu artık su gibi kanıksanmakta. onu burada anlatmak sayfalara sığmayacağını düşünüyorum fakat yine de ilgi ile okuyacağınızı ve başkalarına da okutacağınızı ümit ediyorum.
Evet, Mevlana, Belh’te 30 Eylül 1207 ( 6 Rebiülevvel 604) ‘de dünyaya gelmiş. İslam dünyasında hürmet belirtmek için önemli kişilerin isimlerinin önünde kullanılan “ efendimiz” anlamındaki “ Mevlana” lakabı Mevlana Celaladdin Muhammed ile birlikte özel bir isime dönüşmüştür. Yaşadığı Belh’de siyasi istikrar bozulduğunda ailesi ile birlikte Selçuklu devletinin başkenti olan Konya’ya yerleşmiştir. Mevlana, babası Bahaeddin Veled gibi zahitti, bilgin ve bütün bilginlerin başıydı. Babasının ölümünden sonra onun yerini aldı. Görüşleri ve felsefi çalışmaları ile Selçuklu devletinin yönetimi tarafından büyük saygı görüp, fikirlerinden istifade edilmiştir. İlmin, irfanın ve şairce duygunun buluştuğu bir bilge kişi olarak, toplumun gündelik hayatıyla yakından ilgilenmiş ve insan ruhunun problemlerine ikna edici çözümler sunmuştur.
Ruh verilen ve bedeni toprakla yoğrulan insanoğlunun başlıca özelliğinin akıl ve nefis ile izah ederken, insanın diğer canlılardan farklılığını üçe ayırır. Birincisi, meleklerin yalnızca akıldan ibaret olduğunu, ikincisinin, hayvanlarda akıl olmadığı için, yalnızca nefis sahibi oldukları, üçüncü grup olan insanda ise; akıl ve nefisten meydana geldiğini ve kulluk sorumluluğunu taşıyan insanın, yarısının melek, yarısının hayvan, bir başka değişle, yarısının balık, yarısının yılan olduğunu, her iki unsurun da insanı kendi tarafına çektiğini, balık yönünün onu suya, yılan olan tarafın ise toprağa sürüklediğini, akıl veya nefis arasındaki hangi unsur galip gelirse insanında o gruba dahil olacağını belirtmiştir. Yok mu çevremizde bu üç grup insandan? Sanırım gün geçtikçe de akıldan uzaklaşan hayvanı nefse doğru kayan yılan tipli insan türü çoğalmakta ve aramızda canavarca yaşamakta.
Mevlana’yı anlatmak ve anlamak demiştim. İsterseniz yazımın girişindeki vecizeye dönüp okursanız, onun ne demek istediğini sanırım anlayabilirsiniz. Mevlana, günümüz dünyasının kötüleşmeye yüz tuttuğu, çevrenin ve insanların bozulduğu bu yolculukta; insanlık şuuruna yükselirken sahip olması ve dikkat etmesi gerekenleri “Aşk, ( Tanrı ), gönül, akıl, ilim, ahlak, ibadet, irade, tevekkül, dünya ve ölüm” olarak özetlemiştir.
İlginizi çekeceğinizi düşünerek kısaca bunlardan bahsetmek istiyorum. Mevlana’da diğer tasavvuf ustaları gibi, insan ruhunun yüceltilmesinin, olgunluğa ulaşmasının “ Sevgiyle” mümkün olacağını söylemiştir. Aşkın hayatın aslı, kainatın yaratılış sebebi olduğunu belirtirken, insanın yaratılmasındaki yegane amacın, Allah’ı tanımak, sevmek ve kulluk etmek olduğunu, onu unutarak, mal, mülk ve mevkii gibi tuzakları olan dünyaya gönül vermenin yalnızca bir esaret olduğunu ve aslada sevgi olamayacağını, gönlünü ilahi aşka açanların bütün kötü huylarından arınacağını, gerçek aşka sahip olmanın ise bir çok derde, belaya sabretmek ve zor sınavlardan geçmek gerektiğini, aşkın dava, cefanın da şahit, şahidi olmayan davanın da düşeceğini ifade etmiştir.
Mevlana, insanın kulluk şuuruna yalnızca namaz ve zekat gibi ibadetlerle ulaşılamayacağını, ibadetlerin temelinde gönüldeki sevginin bulunmasının gereğini vurgularken, Hakk’ın sevgisine layık olmak için, hırs, kin, riya, yalan, kibir, kıskançlık gibi duygulara, maddiyata, geçici dünya nimetlerine olan düşkünlüğe gönülde yer vermemek konusunda bizleri uyarmıştır.
Kendisi de büyük bir alim olan Mevlana, İlmin insanlık için ne kadar önemli olduğunu, sevgiyle birlikte olan ilmin ise insanlığa fayda getireceğini, bilginin sözde kalmamasını, hayatta uygulanması ve insanlığa hizmet etmesi ve yalnızca ilim sahibi olmanın yetmediğini, bunun amel ile birlikte olmasının faydalı olacağını, önce çalışmanın sonra da tevekkülün geldiğini söylemektedir.
Sizlere, oğlumu tiyatro kursuna götürdüğüm günlerde aynı salon girişine açılan bir sergiden bahsetmek istiyorum. Mevlana’nın felsefesini tuvale yansıtan ressam Cengiz Çeliker’in resimlerine ilgi duyan yoktu. Ressam küskün köşesinde çayını yudumladığında boğazı düğümlendi. Milletin sanata olan ilgisizliğine hayıflandı. Mevlana gibi arındı, dünyadan uzaklaşıp “ Görmek istersen bak, fakat aşk ile sevgi ile” dizelerinin yanına gökyüzündeki bulutların arasına resimlenmiş Mevlana’nın belli belirsiz görünümü, oturuşu beyaz ve mutluydu. Kırmızı , lacivert ve mor renklerin hakim olduğu tuvallerdeki anlamın özü; “ Savaşmak için gösterilen enerji, barış ve sevgi için harcansa işte bu renk cümbüşü içinde mutluluğu yakalarsanız” diyordu.
Her canlının olduğu gibi hepimiz bir gün ölümü tadacağız. Mevlana ölüm gününü “ şeb-i arus” yani “ düğün gecemdi. Ölüydüm, dirildim. Dost aldı götürdü beni” sözleriyle insanlar için büyük bir korku sebebi olan ölümü sevgiliye kavuşmak olarak görmüştür. Mevlana; ölüm korkusunu açıklarken, ölümü bir aynaya benzetir. İyi insanlar, için ölüm güzel, kötüler için de çirkindir. Dolayısıyla insanı korkutan husus ölüm değil, aynada gördükleri kendi çirkinlikleri ve kendi hatalarıdır” sözleriyle ölüm gerçeğini kavramak, dünyaya gönül bağlamamak, kaçınılmaz konu güzel ve hayırlı işlerle geçen bir ömrün sonundaki mükafat haline getirmeyi isterken son vasiyetinde ise şunları söylemiştir.
“ Size , gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, dininize bağlanmayı, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olanı, sözün en hayırlısı ise az ve anlaşır olanıdır”
Bende sözü fazla uzatmadan, yeryüzünü cennete çevirmemiz için, önce Mevlana’yı iyi anlamak gerekliliği yanı sıra, onun felsefesinin binde birini uyguladığımızda yaşantımızın çok farklı olacağını, birbirimizi daha iyi anlayacağımızdan hiç şüphemiz olmayacaktır.