Evet bakalım daha neler duyup, neler göreceğiz?
Hergün ortaya yeni bir iddia atılıyor, hergün yeni bir durum çıkıyor. Belgeleriyle, kanıtlarıyla…
Tam bir psikolojik savaşın içerisinde hergün farklı bir şekilde bombardımana tutuluyoruz.
Sinirleri sağlam olanın kazanacağı bir savaş.
Baksanıza, biz eşinin PKK’lı olduğunu sanırken, meğerse kendisi de PKK’nın en önde gelen militanları arasında yer alıyormuş.
Biz de onu tutuyoruz, Büyük Atatürk’ün kurduğu Yüce Meclis’te milletvekili sıfatıyla ödüllendiriyoruz!.
Bugün, temizlikçilik yapmak için bile herhangi bir işyerine başvurduğunuzda, sizden savcılıktan halk arasında “temiz kağıdı” denilen, sicil belgesi isteni-yor. Herhangi bir suçunuzun olup olmadığına bakılarak, sizi işe alıyorlar.
Eğer, yüz kızartıcı bir suç işlemişseniz, vay halini-ze, ağzınızla kuş tutsanız, iş yüzü göremezsiniz. Hiç kimse size böyle bir suçtan dolayı iş vermiyor.
Talip olduğunuz iş temizlikçilik olsa bile…
Ama, bakın bebekleri bile katletmekten çekinmeyen, bu ülkenin dibine dinamit koyan, bölünmesi için yıllar yılı çaba harcayan PKK eşkiyasının içerisinde karı-koca yer alıp, bizzat bu ülkenin askerini öldürme emri verenleri biz, milletvekili yapıyoruz.
Yahu muhteremler, bir temizlik işi için savcılık belgesi istenirken, eli kanlı eşkiyayı milletvekili yapmak için hiç mi bir belge istemiyorsunuz?
Nerede bu ülkenin istihbarat örgütleri?
Bu kadar mı yeteneksizleştiler?
Askerdeyken, duvarlara yazı yazdıkları için poliste kaydı olan birçok devre arkadaşımız yedeksubaylık yapamamıştı da, rahmetli Uğur Mumcu gibi sakıncalı piyade olmuşlardı…
Hem de her biri doğu ve güneydoğuya gönderilerek, gençliklerinde yaptıkları masumane suçlarını, son derece ağır bir şekilde ödemişlerdi.
Hiç biri ne silah kullanmıştı, ne de adam öldürmüştü…
Tek suçları, o günün ortamı içerisinde ya yerlere ya da duvarlara yazı yazmışlardı veya afiş yapıştırmışlardı.
Bunun karşılığını, 4 yıl okuyup, fakülte bitirdikten sonra, 4 ay yedeksubay eğitimi alıp, son günü hepimiz rütbemizi büyük bir onurla omuzlarımıza takar-ken, bu arkadaşlarımız aramızdan isim isim çağrı-larak, 24 ay er olarak vatani görevlerini yapmaları için, doğuya veya güneydoğuya gönderilmişti.
Ne kadar üzülmüştük, anlatamam.
Hem öyle bir günde öyle bir duruma düşürülerek aşağılanmışlar, hem de yaptıkları kutsal görevlerini en ağır şekilde yapmışlardı.
Çünkü, bir kere o sakıncalı piyade damgasını yedikleri için, gittikleri birliklerinde her türlü ağır iş bu arkadaşlarımıza verilmişti.
Şimdi böyle bir durum var mı bilmiyorum, ama olmadığı ortada… Baksanıza, Mehmetçiğe silah sıkan, onun öldürülmesi için emir veren, bu ülkenin birliğine, beraberliğine göz dikenleri, dediğim gibi milletvekili yapıp, üstüne üstlük ödüllendiriyoruz.
Hiçbir belge, bilgi, istihbarat falan dahi istemeden hem de…
Sürekli bir ifratla tefrit arasındayız…
Duvara yazı yazan neredeyse ağır cezaya mahkum ediliyor, öldüren ödüllendiriliyor…
Tam Ziya Paşa’nın beytinde dediği gibi;
“Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz
Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir…”
…………………………
Bütün bunlar yetmiyor, beyzadeler kongre yapıp bir de özerklik istiyorlar…
Hem de Türkiye’yi parça parça yapıp, en az 23 özerk meclis kurulmasını da şart koşuyorlar.
Olur… Yanında da kaymaklı kadayıf verelim mi?
Yahu, bizler bu kadar saf mıyız?
Adamlar kardeşlik teraneleri içerisinde, her Allah’ın günü, birkaç Mehmetçiğimizi şehit ediyorlar, biz de bu masalları yiyoruz!..
Ha, biz onların eşkiyalarına silah doğrultunca, kardeşlik duyguları ağır basıyor, onlar bizim aslanlarımızı katledince, mübah oluyor öyle mi?
Tükürürüm böyle kardeşliğin içine ben.
Apo alçağı, misafir edildiği (buna artık hapis demek mümkün değil) malikanesinden, avukat süsü verilmiş has adamları aracılığıyla, bir eli yağda, bir eli balda bir şekilde, Türkiye’nin dibine dinamik koymak için her türlü talimatı verirken, bizler de bulunduğumuz yerlerde ahlar vahlar içerisinde dövünüyoruz!.. Acaba daha nereye kadar?
Baksanıza, artık Apo’ya da özgürlük istemeye başladılar.
İşte buraya yazıyorum, yarın bir gün, misafir edildiği(!) İmralı’daki konağı basılıp da, temelli özgürlüğüne kavuşturulursa hiç de şaşırmayacağım.
Vallahi bu gidişle bu da olacak. Görürsünüz.
Adamlar, 200 kişilik grupla geliyor, Dağlıca baskınını gerçekleştiriyor, 12 askerimizi şehit ediyor, 8 askerimizi kaçırıyorlar da ruhumuz duymuyor…
Güya teknoloji çağında yaşıyoruz!..
Termal kameralarımız, uydu bağlantılarımız, istihbarat kaynaklarımız var…
Hem de, daha birkaç gün öncesi, benzeri bir baskın yemişken…
Ya dostumuz, stratejik müttefikimiz, kankamız Amerika’nın bir takım istihbaratı bozacak teknolojik katkılarıyla bu baskını gerçekleştirdiler, ya da biz mışıl mışıl uyuyorduk.
Artık neyi kabul edersiniz bilmiyorum, ama sonunda bir PKK eşkiyası, koskoca Türk ordusuna böylesine bir baskın yapıp, kendi morallerini yükseltirken, bizlerin morallerini de yerle bir etti.
Karşılığı ise koskoca bir hiç oldu… Çünkü, PKK’nın kurucusu, hamisi, sonsuz destekleyicisi Amerika, “Sakın karşılık vermeyin, yoksa kulağınızı çekerim!..” diyerek göz dağı verdi.
Karşılığında daha önceden yazılan senaryo gereği 8 askerimizi teslim ettirip, aklınca herşeyi düzeltti.
Kahretmemek mümkün değil.
Düştüğümüz şu acziyete bakın da ağlayın.
Yok efendim Kuzey Irak’ta yatırımlarımız varmış, orada çalışan binlerce Türk varmış, falan filan…
Hatırlayın, Amerika Irak’a girmeden önce bu ülkedeki tüm vatandaşlarını uçaklarla geriye çekmedi mi? Bunu da mı akıl edemiyoruz yoksa?
Veya biz eski Türkiye değiliz…
……………………….
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Büyük İnsan Atatürk’ün bu günleri görmemesi ne güzel.
Hani görseydi, bu kez kesin kahrından bir kez daha ölürdü.
“Benim, Çanakkale’de, Sakarya’da, Afyon’da, İnönü’de aslanlar gibi çarpışan, gerektiğinde canını hiçe sayan askerlerimle kurduğum bu ülkeye ne oldu?” diye binlerce kere kahrederdi.
Hasta yatağında bile, Hatay’ı tek bir kurşun bile atmadan Türkiye sınırları içine katarken, geçmişten gelen gücünü de ortaya koyuyordu.
Fakat biz, günümüzde her türlü bahaneyi uydurarak, kıçı kırık bir PKK ile başa çıkamıyoruz.
Ne oldu bize? Bakalım daha neler göreceğiz?