İslam’da Ehli Beyt-i Rasül, Alevilik ve Hasan ile Hüseyin Muhabbeti
Alevi: Allaha, kuran ve peygambere kâmil velayetinden ötürü Hz. Ali’yi seven ve mensubu demektir. İslam’ın makbul merkezi olan Ehli Beyt ile sünnet vel-cemaat içerisinde öz, arı, duru, doğru, halis ve hak İslamı, Kuran ve Peygamberin Ehli Beyti ile Sünnetine uymakla bulup yaşayan anlamına gelir. İslam’ın temel iman, itikat, ahkam ve amel esaslarına dayanıp sadece siyasi bir fırka ve tasavvufi ahlak meslek ve meşrebi olarak özel ayrıcalıkları bulunmaktadır.[1] Kuran ve sünnete uygundur.
Ehli Beyt; Hem ali-İbrahim ve hem de ali-Muhammed’dir. Dede-torun iki ulu peygamberin soyu olup kıyamete kadar makbul dua (namazda teşehhüt oturuşundaki sali ve barik) içindeki mehdi nesildir. Allah’ın dininde ayrıcalıklı yeri olan ve tüm ilahi hak peygamber ve kitapların özellikle İsevi, Musevi ve Muhammedi İslam’ın (Adem-İbrahimi dinlerin) varisleri olarak cibilli ve soyca evrensel İslam taraftarı olmalarından tercih ile teveccühe, sevmeye ve uymaya en layık dini ve siyasi merkezdir. Malumdur ki, her şeyin bir başlangıcı ve bir de nihayeti olduğu gibi, Hz. Adem’le (a.s.) başlayıp, Nuh ve İbrahim’le devam eden nübüvvet-peygamberlik ve vahiy müessesesi de Hatem ül-Enbiya Muhammed (s.a.v.) ile tamamlanmıştır. Cenabı Hak, peygamberlerin en ekmeli olan Hz. Muhammed (sav)’ in eline tüm semavi vahiy ve kitapların (Suhuf, Tevrat, Zebur, İncil) ve kainat kitabının (tabiat) özeti ve en mükemmeli olan son versiyonu ve en yenisi olan Kur’an-ı Azimüşşan’ı vahiyle vermiş ve nübüvvet ile vahiy müessesesini ve Allahın dinini hak peygamberlerin sonuncusu Muhammed (sav) ve Kuran ile tekmil etmiştir. Artık, kıyamete kadar Hz. Muhammed’den sonra bir peygamber gelmeyecek ve vahiy de inmeyecektir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hatem ül-Enbiya olduğu ‘Ahzap Suresi’nde şu şekilde bildirilmiştir: “Muhammed sizin ricalinizden (erkek-adam) hiçbirinin babası değildir. Fakat kesinlikle Allah’ın Resulüdür ve peygamberlerin de sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.”
Hz. Rasülüllah (s.a.v.), mucizelerinden biri olarak da istikbalde ortaya çıkacak fitne ve fesatlarda Hz. Ali’yi ve Fatıma’yı (r.a.) ümmet (tebliğine muhatap tüm insanlık) nazarında ithamlardan korumak için kemalat ve meziyetlerini ehemmiyetle nazara vermekte: ‘Ben Kuranın tenzilinde Ali de tevilinde görevlidir. Ben İlmin şehriyim Ali de kapısıdır’. ‘Fatıma nübüvvet ağacının dalıdır onu üzen beni üzer’. ‘Ali’yi seven beni sevmiş olur. Ali’ye bugz eden bana bugz etmiş olur. Ali’ye eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden dahi Allah’a eziyet etmiş olur’. ‘Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur’. ‘Ali’yi yalnız mü’minler sever, O’na yalnız münafıklar bugz eder’. ‘Ben size iki şey (emanet) bırakıyorum: Kur’an-ı kerim ve Ehl-i Beyt ile sünnetim. Bunlara temessük ederseniz, kurtulursunuz.’ gibi hadis-i serifleriyle bu aşağıdaki ciheti tescil ve ilan etmektedir.
Al-i Beyt’e Allah için muhabbet etmek, dinimiz İslam’da vaciptir. (İmam-i Şafii’ye göre farzdır.) Cenabı Hak Şuara suresinde söyle buyurmaktadır: ‘Resulüm, peygamberlik vazifesine mukabil sizden ücret istemez. fakat sadece yakınlarına (ehli beyt’ine) meveddet (sevgi ve saygı) ister’ (Suara Suresi, 23). Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde söyle buyuruyor:
‘Size verdiğim nimetlerden dolayı Allah’ı sevin. Beni de Allah için sevin. Al-i Beytimi de benim için sevin.’ ‘Sizlere iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz necat bulursunuz. Birisi kitabullah Kuran, diğeri de Ehli Beytim ile sünnetimdir.’ Bu hususa Bediüzzaman İmam Nursi Hazretleri söyle ifade etmektedir: ‘Muhammed’in (sav) vazife-i Risaletce Al-i Beyt’ten muradı; Sünnet-i Seniyye’sidir. Sünnet-i Seniyye’yi terk eden hakiki Al-i Beyt’ten olmadığı gibi Al-i Beyt’e hakiki dost da olamaz.’ Al-i Beyt’i sevmemiz onların sadece mücerret şahsiyetleri için değil, Kur’an’a, islama ve insanlığa yaptıkları hizmetleri, İslam Dini’nin neşrinde ve yaşamasında gösterdikleri büyük fedakarlıkları, tasavvuf, ilim, hikmet ve irfan sahasında yaptıkları özverili hizmetleri içindir’. Al-i Beyt’i seven Alevi mü’min de, düşünce, inanış ve ahlakında, ibadet vazifesini yerine getirmede, onları örnek almalı, onlara benzemeli ve onlar gibi olmaya gayret etmelidir. Al-i Beyt’i hakiki manada sevmek ve Alevi olmak da ancak bu yolla tahakkuk edebilir.
Bu yüzden eski ve yeni hakiki İsevi (Hıristiyan) ve Musevi (Yahudi) Müslümanların çoğu da, Ehli Beyt’in fazilet ve rüchaniyetini kabul edip bu sayede hoşgörülü Alevi İslamı rahatlıkla seçip yaşamışlardır. Evrensel bağlamda İslam’da Alevilik; ayrılık değil, evrensel ve şamil İbrahimi-Muhammedi birlik merkezi de olmuştur. Kuran ve sünnetin atmosferinde yetişen ve yörüngesinden sapma ihtimali düşünülmeyen Ehli Beyt ve İmamları bu nedenle dinen ve siyaseten önderliğe, mehdiyete en layık bulunmuş ve hüsnü kabul görmüştür. Aleviler, Hz. Ali ve ehli beyti iki üstünlük sebebiyle tercih etmişlerdir: Siyasi fırka ve tasavvufi ahlak meşrep ve meslek olarak. Bu nedenle hasbi ve samimi velayet ve imamet taraftarları aleviler, ile siyaset ve hilafet taraftarları aleviler olmak üzere tanımlanırlar. Bunlardan;
Birincisi: Velayet ve İmamet Alevileri; İbrahimi ve Muhammedi Nübüvvetin kamil temsilcisi olduğundan Allah rızası ve Allah’a velayetleri için Ali ve ehli beyte (r.a.) muhabbet ve bağlılık göstermişlerdir. Bu muhabbet safi, arı, net ve durudur. Kaynağı salabet ve hamiyet-i diniyedir. Bu hasbi taraftarlar, Hz. Ali’ye iki nokta-i nazardan teveccüh ve tercih göstermişlerdir. Evvela; Hz. Ali’nin yüksek ilmi kemalatı, zühd ve üstün meziyetleridir. Onun fazilet ve kemalatı, takva ve ubudiyeti, mü’minlerin kalb ve dimağlarında, muhabbet ve takdire inkılap etmiştir. Sonra; Hz. Ali’nin (r.a.) Ehl-i Beyt (İbrahim ve Muhammed Peygamber Efendilerimizin (s.a.v.) evlat ve torunları) silsilesinin başı ve mümessili olmasıdır. Alevi Müslümanlar, haklı olarak o silsilenin başı olan Hz. Ali’ye (r.a.) samimi bir muhabbet ve derin bir saygı göstermektedirler. İslam’ın revaç ve tercih bulan itikadi, ameli ve tasavvufi tüm mezhep tarikat meslek ve meşrepleri; mutlaka Kuran, Hz. Muhammed, Ali ve ehli beyt silsilesine dayanıp bağlanmaktadır. Bu silsileye madden ve manen dayanıp bağlanmayanlar revaç ve tercih bulmamıştır. Alevilerde İslam, özellikle Allah, Kuran, Muhammed, Ali ve ehli beyt ile sünnetinin bütünüyle anlaşılır ve bunlar mutlaka bir arada zikredilir. Tüm ilahi dinlerin kutsalı Ramazan ayı ve bayramından sonra hicri yılbaşı olan Muharrem ayı ve orucu ve aşuresi en önemli ibadet ayıdır. Bu ayda hüzün, yas ve bayram havası bir arada yaşanır. Hz. Hasan’ın zehirlenmesi ile Hüseyin’in şahadeti ve Ehli Beyt rahmet, sevgi-saygı ve dua ile bu ayda anılır.
İkincisi: Siyaset ve Hilafet Alevileri; Hz. Ali ve ehli beyti, siyaset ve hilafet manasında taraftarı olup sevenlerdir. Peygamberden sonra ilk halifeliğine birinci olarak en evvel Hz. Ali’yi en layık gören ılımlı bir siyasi fırkadır. Demokratik ve meşru olarak meşveretle seçilen önceki 3 halife ve dönemine önceleri bunların ılımlı bir muhalefetleri olmakla birlikte Ali ile birlikte onların tamamına biat ve itaat de etmişlerdir. Ehli beytin başı olarak Hz. Ali, 3 halifenin döneminde Şeyhul-İslam ve başdanışman olmuş ve genel kurmay başkanlığı yapmıştır. Bundan anlıyoruz ki “Hilafetin, öncelikle Hz. Ali (r.a.)’in hakkı olduğu halde, bu hakkın gasp edildiği” iddiası, ilk Alevilerin temel söylemi değildir. Çünkü Çar-i Yar ilk 4 halife efendilerimizden hangisinin diğerlerinden daha faziletli ve hilafetin öncelikle kimin hakki olduğu, meselesi İslam’da önceleri asla önemli ayrılık ve fitne nedeni olmamıştır. İlk Alevilerin uzlaşmaz ve katı ayrı bir siyasi fırka olmadığını ö dönemin uyumlu yönetiminden anlıyoruz. Sadece vicdani bir kanaat, teveccüh ve tercih olarak ılımlı bir muhalefet fırkası olduğunu görüyoruz. Aksi Hz. Ali’ye hakaret ve iftira olur.
Fakat sonraları Hz. Alinin Hilafeti döneminde müminlerin ve ehli beytin annesi Hz. Ayşe’nin de içinde olduğu (Cemel) vakası ile özellikle Muaviye’nin ve Yezit’in gasp ettiği hilafet ve saltanatlarına şiddetle muhalefet eden ve hatta savaşan tam bir siyasi fırka haline gelmiş ve müminler arası bir elim ve feci (Sıffin) savaşın savunmada kalan bir tarafı olmak zorunda da kalmıştır. Yezit’in gasp ettiği hilafet ve saltanatına Hz. Hüseyin’in biat etmeyip hak, eşitlik ve adaletten yana toplumun dini, dünyevi ve uhrevi saadeti için kıyamı ve çıkışı sonucu ehli beyti ile birlikte Kerbela’da savunma sırasındaki şahadeti, günümüze değin gelen unutulmaz bir vefa ile yas, hüzün ve bağlılık tarafı olarak asıl tam Aleviliği günümüze değin getirip yaşatmıştır.
Ama tarihi hadiseler ve olaylar zamanla bu Ali ve ehli beyt Şiası ve Hasan ile Hüseyin Alevilerin baştan beri hep haklılığını tescillemiştir. Esasen daha sonraları Hz. Ali ve Hasan ile Hüseyin’ın hilafetini ve imametini fiilen ve gerçekten gasp eden Emevilerin (Muaviye-Yezit) Arap ırkçı-mevali idarelerinden rahatsız olup Hasan ve Hüseyin efendilerimizin yanında yer alanlar, esas Alevi ve Şiası olarak anılmaktadır. Emevilerin karşıtları ve muhalifleri, Alevilik siyasi fırkasını kesin ve kalıcı olarak oluşturmuşlardır. Bilindiği gibi, Emeviler hilelerle ve sinsice hilafeti ve Müslümanların idaresini Ehli Beyt’ten gasp ile başa geçince, icraatlarında birinci derecede ırkçılığı esas aldılar. Ehli beyte haksızlık ve feci zulüm ettiler. Müslümanlar arasında hak, adalet ve eşitliği gözetmediler. Mevali olanlara haksız olarak ikinci sınıf muamelesi yaptılar. Diğer Müslüman kavimlere karşı gayet haksız, sert ve acımasızca davrandılar.
Hz. Hüseyin’i kıyama sevk eden işte bu reva görülen haksızlık, adaletsizlik ve eşitsizlik ile İslam’a gösterilen lakaytsızlık idi. Emevilerin bu ölçüsüz, sorumsuz ve İslam’daki adalet, hak ve eşitliğe aykırı icraatlarından rahatsız olan diğer İslam topluluk, kabile ve aşiretleri de Emeviler’den ve yönetiminden ehli beytin de intikamını almak için Ehli beyt ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e taraftarlık gösterdi ve onların siyasi fırkası ile ordusunda yer aldılar. Bu grubu özellikle Arap olmayan Mevali Müslümanlar (genelde Farisiler, Türkler ve Kürtler) teşkil eder. Hz. Ali ve Al-i Beyt bağlılığı ve sevgisi bu siyasi grupta aşırı ve sonsuz tezahür etmiştir. Büyük Türk komutanlarından Horasanlı Ebu Müslim, “Düşmanlarını memnun etmek için dostlarını ihmal ettiler. Düşmanları dost olmadığı gibi gerçek dostlarını da kaybettiler. Bu yüzden yıkılmaları mukadder oldu.” deyip siyasi Alevilerin başına geçerek Emevilerin keyfi saltanatına son vermiş ve ehli beytin taraftarı olan Abbasilerin hak, adalet ve eşitlikçi hakimiyetini tesis etmiştir. Bunun sonucunda Mısır ve orta doğuda Abbasi ve Fatımi devletleri kurulmuştur. Türk-İslam hakimiyeti başlamıştır.
Alevilik İslam dışı bir fırka veya mezhep olmadığı gibi hele hele ayrı bir din hiç değildir. Al-i Beyt’in bağlılık ve muhabbetini esas alan bir siyasi fırka ve tasavvuf meşrep ve mesleğini esas alan hak islam anlayışı seklinde ortaya çıkmıştır. Tüm hak mezhep ve tarikatların da ana kaynağıdır. Alevilerin teveccüh ve tercihi; Allah, Kuran, Peygamber ve ehli beyti ile sünnetine özellikle tasavvufi ve siyasi tam bağlılık ve sevgi içindir. Alevilerin Ehli beyte bu sevgi ve bağlılığı dini, dünyevi ve uhrevi şefaatlerini de hak etmeye vesile olmaktadır.
Alevilik, Arapların dışında kalanların İslamı seçmelerinde önemli hoşgörü ve kolaylıklar gösterdiğinden dünya çapında revaç, tercih ve teveccüh bulmuştur. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşı veli, Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal, İmam Nursi vd., hak Alevi İslam anlayış ve yorumu ile tüm insanları hakça, adil ve eşit kucaklayan müşfik İslamı aleme tez ve yaygın öğretmiş, tanıtmış ve kabul ettirmiştir. Alevilik, Abbasi, Fatımi, Selçuklu, Osmanlı, Timur, Babür, Farisi imparatorluğu ve idarelerinde her zaman saygı bulmuştur. Mesela; Osmanlı ve Türkiye Mehter müziği ve oyunları Alevi tasavvufu, kültürü ve geleneğinden doğmuş olup piri de Hünkar Hacı Bektaş -ı Velidir. Osmanlı da Alevi-Bektaşi cemevi tekke ve zaviyeleri yaygın olarak yaşatılmıştır. [2]
Cenabı Hak, güzel ahlak, salatı, namazı ve orucu, peygamberler dahil, her mü’minin kendi şahsına farz kılmıştır. Hiç kimse bir başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. Zaruret halinde de bu böyledir. Bir kimse oruç tutamayacak ve namaz kılamayacak kadar hasta da olsa, onun yerine bir başkasınınki olmaz. Hz. Ali Efendimiz (r.a.) en çok Hasan ve Hüseyin Efendilerimizi (r.a.) sevdiği halde, onlar ve onlardan sonra gelen evlatları, ‘Bizim namazımız kılınmıştır, orucumuz tutulmuştur.’ diye bir iddiada bulunmamışlar, aksine sadece farzlarını eda etmekle kalmamış, sünnet ve nafilelere de tam riayet etmişlerdir. Tüm yoksul ve muhtaçların dini, dünyevi ve uhrevi ihtiyaçlarını gidermişlerdir. Lokmalarını bölüp muhtaçlarla paylaşmışlardır. Lokma geleneği Alevilerin sosyal hayata bakışını özetler. Sosyal devlet anlayışının kabulünde dünyada ilk önder olmuşlardır. Bu yüzden Alevi dünyevi siyasi ve idari görüşünü: “Liberal sosyal demokrasi” olarak tercüme ve tanımlamak da mümkündür.
Günümüzde hiç Ali ve ehli beyte muhalefet eden ve Muaviye ile Yezit taraftarı ve Ehli beytin muhalifi kalmaması ve tüm camilerde özellikle Beytullah-Kabe ve Peygamber Camisi ile Mescid-i Aksa’da Ali-Fatıma, Hasan ile Hüseyin ve Zeynep adları yazılması, rahmet ve dua ile anılması da bunu göstermektedir. Tüm Müslümanlarca Ehli beyt adları çocuklara verilerek yaşatılırken hiç Muaviye ve Yezit adları verilmemesi Alevilerin ümmetçe (Muhammedi tebliğe muhatap tüm insanlık) haklı görülmesini tescil etmektedir.
T.C.’de Milli Eğitimin mecburi din derslerinde, İlahiyat fakültelerinde, tüm Cami ve mescitler ve Diyanet’te esasen Alevilik de mündemiç olup temsil edilir, okutulur, anılır ve bulunur. Özellikle Türk-İslam tarihi boyunca ve günümüzde Cuma ve Bayram namazlarında, cenaze ve Kuaran hatmi ve mevlitlerde ve umumi camilerde mutlaka başta Hz. Ali-Fatıma, ve Hasan ile Hüseyin ve Zeynep olmak üzere Ehli Beytin rahmet, sevgi-saygı ve dua edilerek anılması bunun en önemli bir kanıtıdır. Ayrıca Alevilerin yoğun olduğu yerlerdeki bazı camilerde özellikle alevi kültür ve geleneği için cem evleri de bulunmaktadır. Cami ve mescitler umumi cemaatle ibadet ve ilim, Cem evleri ise hususi ilim, kültür, fikir ve zikir yeridir. Cami olmayan yerlerde cem evlerinde cem edilmesi cumhura alternatif veya muhalefet değildir.
Allahın dininde Alevilik ve ehli beyt birlik merkezidir ayrılık değil. Cahiller ayrılık görse de ariflerce erenlerin cem yeridir. Son zamanlarda art niyetli siyasi maksatla ayrılık havası verilmesi tarihe, bilime, birliğe, insanlığa gerçek İslam’a, ve Aleviliğe tamamen aykırıdır. Temeli sevgi, birlik ve kardeşlik olan anlayışa ayrılık-gayrılık giremez. Gelin canlar bir olalım. Ehli beyt ile sünnet vel- cemaatte muhabbet fedaisi olarak tevhide gel tevhide…
[1] Alevilik konusunda mutedil ve makul tanım ve bilgiyi Ehli Beytin çağdaş müfessiri İmam-ı Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatında ve ilgili eserlerde bulabilirsiniz.
[2] Bilal UÇAR, “ÖKKEŞİYE REHBERİ”, Gaziantep Nurdağı’nda Peygamber ve Ehlibeyt Yadigarı Hz. ÖKKEŞ (UKKAŞE) Nübüvvet Mührünü Öpen Sahabisi ve Hz. İmamı Alinin Komutan arkadaşı. ZY GÜVEN Zülfikar Yayıncılık, Ankara, Mayıs 2002.
YARADILANI SEVERİM YARADANDAN ÖTÜRÜ.
Elhamdülillah müslümanım diyen herkesin, alevilik, sünnilik, şiilik ayrımını yapmadan – tüm peygamberlerimize inanarak dostluk, kardeşlik ve barış içinde yaşaması gerekir. Bu koskoca DÜNYA hepimize yeter. Öyleyse buyrun hep bir ağızdan tekrar edelim.
YARADILANI SEVERİM YARADANDAN ÖTÜRÜ.