Büyük gazetelerin birinde, geçtiğimiz günlerde birinci sayfasında yer alan bir fotoğraf beni uzun uzun düşündürdü.
Hem düşündürdü, hem de hüzünlendirdi.
Fotoğrafta, ayağından yaralı bir PKK’lı bindirildiği tekerlekli sandalye ile hastanede tedaviye götürülü-yor. Tekerlekli sandalyeyi bir hastane görevlisi iterken, yanında da bir Mehmetçik, PKK’lıya nezaret ediyor.
Haberde, Mehmetçiğin çatışmada yaralı olarak ele geçirdiği PKK’lı teröristi hastaneye kendi aracıyla götürüp, tedavisini yaptırdığı yer alıyor.
Son derece insani bir durum.
Peki, tam tersi bir durumda, yani Mehmetçiğin yaralı olduğu bir ortamda, PKK’lı terörist ne yapardı?
Hemen söyleyelim, başta kafası olmak üzere, tüm vücuduna kurşun yağdırırdı.
Bugüne kadar yaptıklarından yola çıkarak, böyle bir hükme varıyorum.
Şimdi sizi 14 yıl önce götüreceğim.
Hani yüreğimizin dağlandığı, gözlerimizden kanlı yaşların aktığı bir güne… Bir kez daha iyi okuyun!..
“YER: Elazığ-Bingöl Karayolu, Bilaloğlu Mevkii
YIL: 24 MAYIS 1993
33 vatan evladının şehit olduğu 14 yıl önceki katliamdan sağ kurtulan üç asker, yaşadıklarını anlattı. Malatya’dan iki sivil midibüse biniyorlar. Hepsi sivil giysili, üniforma ve postalları çantalarında. Hiçbirinde silah yok, kendilerine refakat eden tek bir askeri personel de. Saat 18.00. Bingöl’e 10 kilometre var.
Dağlık, dar bir yol. Birden silah sesleri yankılanıyor. İlk virajı geçtiklerinde, 50 PKK’lının karşı yönden gelen Bingöl Tur’a ait bir otobüsü durdurup, çoğunluğu terhis olmuş ya da dağıtıma giden sivil erlerden oluşan 50 yolcuyu esir aldığını görüyorlar. Şoföre bağırırlar; ‘Geri dön!’ Şoför oralı olmaz. Zaten 4 saatlik yolda 3 mola vermiş… Otobüsün kapısını, ‘Orada ben yoktum’ diyen Şemdin Sakık, o zamanki adıyla ‘Parmaksız Zeki’ açıyor.
OSMAN PARTAL ANLATIYOR
Trabzonluyum. İki midibüsteki toplam 50 askerden biriydim. Van-Özalp’taki birliğime gidiyordum. Yol boyunca gereksiz molalar veren şoför, bir ara lastik patladığını söyleyip durdu. Lastiğin patlamadığını, krikoya dokunmadığını gördüm. Aksın altına girdiğinde birileriyle konuşma yaptığını duydum.
Galiba telsizle konuşuyordu. Şemdin Sakık, ‘Eylem planlanırken buradan askerlerin geleceğini bilmiyorduk’ diyor. Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön koltuğunda oturuyordum. Yolumuzu kestiklerinde şoförün kapısını bizzat Sakık açtı. Toprak rengi üniforması vardı üzerinde, aynı renk kasketi ters takmıştı.
Omzundaki tüfeğin namlusu yere bakıyordu. Şoföre, diğer otobüsün nerede olduğunu sordu. ‘Arkada, geliyor’ cevabını aldı. İki dakika sonra diğer otobüs düştü pusuya. Yani bizi bekliyorlardı.
DOĞULU – BATILI DİYE AYIRDILAR…
Geceyarısına kadar teröristlerle yürüdük. Mola verildiğinde niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk.
‘TC ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi serbest bırakacağız’ dediler. Saat 01.00 sularıydı. Sakık’ın talimatıyla tek sıra olduk.
Şemdin Sakık nereli olduğumuzu sorup, Doğulu – Batılı diye bizi iki gruba ayırdı. Sakık, doğulu olmayan benim de içinde olduğum 34 kişinin eğitim kampına götürülmesini söyledi. Dağda koşar adım yürümeye başladık. Bize eşlik eden teröristler sürekli değişiyordu. Toplam 300 kişiydiler. Bir köye gittik. Kapısını çaldıkları evlerden başka teröristler çıkıp gruba katıldı. Kimi terörist evlere gidip istirahat etti. Bir ahıra soktular bizi öldürmek için. Sonra vazgeçtiler. Tekrar yürümeye başladık. Sabahı göremeyeceğimi düşünüyordum. Yıldızlara son kez bakıp annemi, babamı, köyümü düşündüm. Bir ırmaktan geçerken su içtik. Dağ yoluna çıktık. Davranışları sertleşti. Durdurdular. Saat 03.00 sıralarıydı. Yolun kenarına dizilmemizi istediler. Kolkola girip sıklaşmamızı istediler. Yanımdaki arkadaşıma ‘Devrem bizi vuracaklar’ dedim.
DEVREMİ ÖLÜ GÖRÜNCE BAYILDIM…
Sinirden titriyordum. Kalaşnikof, Bixi ve Kanvasların emniyetlerini açtılar. Sonumuzun geldiğini anladım, kelimeyi şahadet getirip kendimi yere attım. Taramaya başladılar. Dizime bir mermi isabet etti. Vurulanlar üzerime düşüyordu. Kafamı koruyordum. Hepimizin öldüğünden emin olmak için yüzlerce mermi yağdırdılar. Gittiklerini, seslerin uzaklaşmasından anladım. Altı yedi arkadaşım sağdı henüz. Diğerleri paramparçaydı. Can çekişenler, hırıldayanlar, ağlayanlar, inleyenler… Su istiyorlardı. ‘Anne, anne’ diye bağırıyorlardı. Öldüğümü zannediyordum. Kendimi çimdikledim, ölmemişim. Devremi beyni parçalanmış görünce bayılmışım.
Bizi yan yana dizip 1570 mermi sıktılar…
Ayılınca şehit arkadaşlarımı sırt üstü çevirdim. Dokunduğum her uzuv elimde kalıyordu. Beyin, ayak… Yardım aramak için yukarı doğru koşmaya çalıştım. Kan kaybediyordum. Asfalta çıktım, bir kamyonla yakındaki Elmalı Karakolu’na gittim. Olanları anlattığımda dinleyen jandarmalar ağlamaya başladı. Helikopter, tanklar geldi. Şehitleri aldık.
Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu. Yani silahsız erlerin her biri için 50 mermi kullanmışlardı…”
EVET, BU SAYIDAN ÇOK FAZLA GÜVENLİK KUVVETİMİZ VE VATANDAŞIMIZ ÖLMÜŞTÜR. AMA SİLAHSIZ KATLEDİLEN 33 VATAN EVLADI ŞEHİT EDİLEN BÜTÜN İNSANLARIMIZIN SATIR BAŞI OLMALIDIR VE KESİNLİKLE UNUTULMAMALIDIR.
İşte size Mehmetçik ile PKK’lı teröristler arasındaki en güzel örnek…
Biri herşeyden önce insan, diğeri ise insanlıktan nasibini dahi almamış…
Sonra da bizim koca koca siyaset adamlarımız, anlı şanlı toplumun kanaat önderleri çıkıp, “Türk-Kürt kardeştir. Yıllarca bu topraklarda birlik beraberlik içerisinde yaşamıştır…” diye hamasi nutuklar atıp, akıllarınca, PKK’nın yaptıklarını hoş göstermeye çalışıyor.
Tabii ki, Türk’ü de, Kürt’ü de, Ermenisi de, diğer tüm ırkları da bu topraklar üzerinde yüzlerce, binlerce yıl birlik beraberlik içerisinde kardeşlik duyguları içerisinde yaşamıştır.
Ama, öncelikle insan dahi olamayan, insanlıktan nasiplenemeyen, insanlığın ne demek olduğunu dahi bilmeyen birilerinden, kardeşlik duygularının beklenmesi ne kadar doğru olur ki?
Hep, hamasi nutuklar atarak mı bu ülke insanını kandıracaksınız. Peki nere-ye kadar kandıracaksınız?
Baksanıza, kadın milletvekili çıkıyor “Kardeşlerimizi terörist ilan etmemizi kimse bizden beklemesin!..” diye açıkça meydan okuyor…
Bir başkası ise çıktığı Roj TV’de “Bizden PKK’yı terörist ilan etmemizi istiyorlar. Biz kendimize küfretmeyiz, halkımıza hakaret edemeyiz. Bizim duruşumuz çok nettir. Onurlu bir barış istiyoruz” diye aleni bir şekilde PKK’yı sonuna kadar desteklediklerini vurguluyor.
Hatta partinin elebaşı, pardon başkanı Türkiye Cumhuriyeti’nun ordusunu bölücülükle suçluyor. Nedeni de 30 Ağustos’ta kendilerine davetiye gönderilmemiş!.. Doğrusunu da yapmışlar.
Ama o hızını alamıyor ve bu ülkenin koruyucusu, kollayıcısı Türk Ordusu’nu kimyasal silah kullanmakla itham edip, bölücülük yaptığını öne sürüyor.
Ve, bizim koca koca siyasetçilerimiz ne yazık ki sus-pus kalıyor.
Kalan hepsine de yazıklar olsun.
Hele hele demokrat geçinen kimi sivil toplum örgütleri için için de olsa destekliyor sanki.
Her şartta seslerini çıkarıp, zırt-pırt açıklamada bulunmayı kendilerine ilke edinen bu örgütler, her nedense böyle bir durumda “dut yemiş bülbül” rolünü oynamayı tercih ediyorlar.
Onlara da yazıklar olsun. Hem de bin defa…
Haa, bu arada Meclis’te neden milletvekillerine yemin ettirilir, vallahi çok merak ediyorum!..
Ne gerek var ki, böyle bir yemine.
Edilen yeminlerin yankıları daha Meclis’in duvarlarında yankılanmayı sürdürürken, kimi vekiller ettikleri yeminlerini çiğnemenin mutluluğunu(!) yaşıyor adeta.
Güya bunlar, bu ülkenin birlik ve beraberliğini sürdürmek için namusu ve şerefleri üzerine yemin etti-lerdi değil mi?
Yeminlerini bu kadar çabuk çiğnediklerine göre, artık ne kadar namuslu ve şerefli olduklarına da siz karar verin!..
Bu ülkenin bölünmesi için çaba harcayan, birlik ve misak-ı milliyi korumak için canını vermekten çekinmeyen Mehmetçik’e kurşun atana sahip çıkan PKK’ya böylesine aleni bir şekilde destek verenleri biz, Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu Meclis çatısı altında gör-meye tahammül ediyoruz ya…
Bizlere de yazık olsun.
Ne kadar yazık olduğuna da siz karar verin…
Namus ve şeref yoksunlarını kendimize vekil edip de, vatan evlatlarını böylesine katletmelerine seyirci kaldığımız için, artık tarih de affeder mi bizleri bilemi-yorum, ama mübarek Ramazan günlerinde, bunları böylesine konuşturduğumuz için büyük bir utanç içerisinde olduğumu söylemeliyim.
İnşallah bu utancım ölene kadar sürmez…