Emekli öğretmen bir arkadaşla eğitimin içerisinde bulunduğu sorunları tartışıyoruz. Henüz yeni sayılabilecek bir emekliliği olduğu için, eğitimin sorunlarını yaşayan, bilen bir eğitimci olarak, son derece ilginç değerlendirmelerde bulunuyor.
İddiasına göre, eskiden idarecilerin kesin denetiminde bulunan eğitim camiamız, yapılan düzenlemeler, kuşa çevrilen genelgelerle tamamen öğrencinin hakimiyeti altına geçmiş.
“İdarecinin hiçbir yaptırımı kalmadı” diyor. Ve çeşitli örnekler veriyor. Bugün, benim gibi yarım yüzyılı devirmiş nesil, kendi ilkokul, ortaokul ve hatta lise dönemlerini hatırladığımızda (ki, unutulmasın orta eğitimimiz 1970’li yılların ilk yıllarına denk geliyor!..) idarecilerimizin kayıtsız bir mutlak hakimiyetleri söz konusuydu.
Yine emekli eğitimci arkadaş, şimdiki idarecilerin ise günü geçirip, emekliliği elde edebilmek için öğrenci ile ilgilenmek yerine, salt görevini yerine getirmeye baktığını da vurguluyor.
Görevini yerine getirmek derken, sadece ders saatinde, derslere girip verdiği dersin, konusunu işlemek olarak düşünün.
Öyle, bizim zamanımızdaki gibi öğrenciyi hayata hazırlayan ve hem bilgisini hem de görgüsünü arttıracak öğretmen önerilerinin verilmediğini de bilin.
Adı üzerinde “öğretmen”… Sadece dersi değil, hayatı da bize öğretecek kişi. Fakat, gerek hayat şartlarının son derece zorlaşması, gerekse öğretmene aynı zamanda eğitimcilik misyonunu veremememizin yanı sıra, maddi problem içerisinde bırakmamız, Türk eğitiminin de bugünkü acınacak hale geldiğinin bir göstergesi oluyor.
İletişimin son derece geliştiği, artık dünyadaki tüm bilgilerin iki-üç tık’la parmaklarımızın ucunda olduğu bir dönemde, son derece cahil bir nesil yetiştirmek, hepimizin ve de devletimizin en büyük ayıplarından biri olmalıdır.
Cumhurbaşkanının kim olduğunu, kimin başbakan olduğunu dahi bilmeyen, cumhuriyetin ne zaman kurulduğundan habersiz bir nesil, gelecekte bu ülkenin yönetimine geldiğinde, halimiz nice olacak acaba? Bunlar düşünül-müyor mu hiç?
Ülkenin kısıtlı kaynakla-rının en yoğun şekilde eğitime harcanması gere-kirken, bakıyoruz da üçüncü-dördüncü sırada yer alıyor. Sonra da gelişeceğiz diye birbirimizi kandırıyoruz!..
Milli Eğitim’in yıllardan beri yap-boz tahtasına döndürdüğü sistemler karmaşasına, önümüzdeki yıl yeni bir karmaşa daha eklenecek!..
Yıllar yılı okulla birlikte aynı zamanda kurslara giderek, gerek ortaeğitim için gerekse üniversite için çift eğitim alan öğrenciler, yarış atı olmanın yanı sıra, ailelerine de artı olarak milyarlık külfetler yüklüyor.
Yapılan hesaplara göre her yıl dershane sektörü-ne aileler 5 milyar dolar para harcıyorlarmış. Za-manında 1 milyar dolar için ülke ülke dolaştığı-mız hatırlanırsa, ne ka-dar büyük bir meblağ olduğu da ortaya çıkar.
Ancak, 8 yıl ilköğretim okulunda, 3 ya da yeni dönemde 4 yıl lisede toplam 11-12 yıl okuyan bir öğrencinin aldığı eğitim bir anda gözardı ediliyor ve elde ettiği başarı, yeri geliyor 5-6 ay gittiği dershanenin oluyor.
Mutlaka dikkat etmişsinizdir, sürekli falanca dershanenin öğrencileri ya Türkiye birincisi oluyor, ya bulunduğu ilin veya ilçenin birincisi ilan ediliyorlar.
Tamam, bu dershanelerin de öğrencinin başarısında payı vardır kuşkusuz. Fakat, kesinlikle tek başına değildir. Bu başarı paylaşılmalıdır.
Kaldı ki, dikkat çeken ve de rahatsız eden bir başka konu da, başarılı olan öğrencilerin akıl ve zeka seviyelerinin de, vasat öğrencilerin çok üzerinde olduğudur. Böyle bir öğrenci, zaten başarıyı da beraberinde getirecektir. Dershanelerimiz de, yaptıkları araştırmalarda, sırf kendi reklamları için okullardaki bu başarılı öğrencilere, ücretsiz kurs verip, bunun yanı sıra çeşitli maddi ve manevi alternatifler sunarak, sınavlarda elde edecekleri başarıları da sahiplene-rek, bir anlamda halkı kandırıyor.
Bunun yıllar yılı bu şekilde sürdürülmesine ve zeka seviyeleri yüksek öğrencilerin sırtlarından sağlanan reklam rantları ile elde edilen ekstra kazançlar, bilinmesine karşın, devletin bu tür olumsuzluklara bir önlem alma gereği duymaması da hayret verici doğrusu.
Üstüne üstlük, kendi başarısını görmezden gelip, kendi memuru olan öğretmenlerin yeri gelip de öğrencilerini bu şekilde yetiştirmelerini dahi dikkate almayan devlet, dershanelerde başarı gösteren öğrencileri, o dershanenin reklamını içeren tişörtlerle kabul edip, bir de taltif ediyor.
Hep söylüyoruz ya, gariplikler ülkesiyiz diye. Bu gariplikler de yıllar yılı sürüyor ve her nedense, hiçbir devlet görevlisi de bu gidişe bir dur demeyi akıl edemiyor.
Ya da akıl etmek istemiyor.
Herhalde vardır bir sebebi hikmeti!..
Bandırma’da meğer park sorunu yokmuş
Yıllar yılı, Bandırma’nın otopark sorununu bizler yazdık-çizdik, yetkililer dile getirdi, vatandaş şikayet etti.
Her trafik keşmekeşinde, yeterli otopark olmadığı için, bu kadar aracı nereye park edileceği konuşuldu durdu.
Üstüne üstlük, Bandırma kişi başına düşen araç sayısı bakımından, Türkiye’nin en önde gelen ilçeleri arasında maşallah. Hemen hemen her üç kişiye bir otomobil düşüyor!..
Hergün bu otomobil sayısına da yenileri eklenirken, yakın zamana kadar da, arabaları koyacak otopark oluşturmak da, bir türlü yerine getirilemedi.
Allah’tan Cemal Öztaylan belediye başkanı seçildikten sonra, ilk iş olarak Livatya sahil yolu projesini başlatırken, Etibank bloklarının deniz tarafını da otoparka dönüştürdü.
Olay bununla da kalmadı tabii ki. Cin çukuru projesi de rafa kaldırılırken, en azından otopark olarak vatandaşın hizmetine sunuldu. Tüm bunlar yapılırken, araç sayısı bir hayli yüksek olan Bandırma’da oluşturulan yeni otoparklar da yeterli olmayacaktı.
Bunun için belediye, ana caddelerde yeni düzenlemeler yaparak, oluşturdukları ceplere de bir hayli sayıda aracın park etmesini sağladı. Bunun yanında, sahilde Kristal kafenin yanı da son derece büyük bir otoparka dönüştürüldü.
Tüm bunlar, neticede dolaylı olarak Bandırmalı’nın cebinden çıkan bir takım vergilerin yatırıma dönüşmesi olarak da düşünülebilir.
Fakat, hiç dikkat ediyormusunuz, araç sürücüleri yine bildiklerini okuyorlar. Yine kafalarına göre araçlarını istedikleri yerlere bırakma huylarını sürdürüyorlar.
Demek ki, Bandırma’nın otoparka falan ihtiyacı da yokmuş!.. Otoparklar neredeyse boş kalırken, ara sokaklar, full çekiyor!..
Anlamadığım bir başka şey de, bugün iyi bir araba nereden baksanız en az 50-100 bin YTL arasında. Bu arabalara bu kadar para verenler, nasıl olur da 1,5 YTL verip de, araçlarını otoparka bırakmaktan çekinirler?
Böyle bir zihniyet, o binlerce YTL’lik araçları ara sokaklara bırakarak, bir anlamda Allah’a emanet ediyor. Sonra da, aracım çizilmiş, çarpılmış diye feryat ediyor.
Nasıl bir milletiz, anlamak mümkün değil. Böyle de gideceğiz sanırım…