Maşallah, keşiflerde, yeni icatlarda değil ama sahtekarlıkta ve dolandırıcılıkta elimize su döken çok az olur sanırım.
Bugüne kadar, dünyaya lanse edebildiğimiz doğru dürüst bir icadımız, elle tutulur, gözle görülür bir keşfimiz olmadığından hayıflanacağımıza, en iyi taklitleri yaptığımız için de gururlanıyoruz.
Sonra da, kalkıp Çinlilere laf söylüyoruz.
Bandırma’da, son günlerde özellikle taksi şoförlerine yönelik bir dolandırıcılık eylemi başladı ki, akıllara ziyan doğrusu.
Nasıl böyle bir senaryo kurulur, nasıl böyle bir rol yapılır ve nasıl bu insanlar, bu şekilde kandırılabilinir?
Gariban taksi şoförü, sabahtan akşama kadar bu çöl sıcağında, iki müşteri çıksa da, ekmek paramı kazansam düşüncesi içerisinde direksiyon sallarken, gelen bir telefonla kazandığı üç kuruşu da heba ediyor.
Bir yandan ekmek parası derdi, diğer yandan da yardımcı olma içgüdüsü, gariban şoförün ekmeğine kan doğruyor.
Sahtekarın biri telefon açıyor, kendini ya doktor, ya polis, ya da subay olarak tanıtıyor. Bandırma’ya yakın bir yerde trafik kazası geçirdiğini, ambulans çağırdığını ama ambulansın daha gelmediğini, karısının da hamile olduğunu, kanamasının başladığını son derece duygusal ve hazin bir ses tonu ile bizim ekmek parası derdindeki taksi şoförüne bir güzel anlatıyor.
Malum, bizim insanımızın acıma duygusu da meşhurdur. Böyle bir duygu sömürüsü karşısında, karşısındakinin zokayı yuttuğunu gören sahtekar, rolünü oynamaya devam ediyor.
Güya, yurt dışındaki yakınlarına haber vermesi gerektiğini, bunun için de 1000 kontöre ihtiyaç duyduğunu son derece acınası bir sesle dile getirdikten sonra, bombayı patlatıyor;
“Sen, bana en yakın yerden 1000 kontör al. Kontör kartının şifresini de söyle. Ben Erdek yolu üzerindeyim. Buraya bizi almaya gel. Sen gelene kadar da, ben hiç olmazsa yakınlarıma haber vermiş olurum. Parasını da gelince hallederiz…”
Ortada bir kaza var, kazada yaralanan bir hamile kadın var ve bu kadının kocası olan, doktor ya da polis veya bir subay var…
Dedik ya, yardımsever milletiz diye. Bizim gariban şoför de, hemen bir cep-shop’tan 1000 kontör alarak, telefonla şifresini karşı tarafa bildiriyor.
Sonra da, basıyor gaza, kendisine belirtilen kaza mahalline son sürat yetişiyor.
Söylenen yere geldiğinde bir bakıyor ki, ortada ne kaza var ne de kazazede…
Bir iki telefon görüşmesinden sonra, asıl kazazedenin kendisi olduğunu anlıyor gariban şoförümüz ama bu arada da, 1000 kontörün parası uçup gitmiş oluyor.
Tabii bu arada onca yola harcadığı benzin ile kaybolan zamanı da cabası…
Ben asıl şuna dua ediyorum. Ya bu GSM şirketleri 1000 kontörün üzerinde bir kart çıkarıp, ne bileyim 5 bin, 10 bin kontörlük yükleme kartlarını piyasaya sürseydi, bizim garibanların zararı daha büyük olmaz mıydı?..
Yine de, ucuz kurtuldukları için dua etmeliler.
Yalnız bu arada, ekmek parası peşinde koşarken, sırf yardım amacıyla böylesine bir tuzağa düşen taksi şoförlerine, belki başka sektörün temsilcilerine yönelik ciddi bir bilgilendirme çalışması olmalı.
Bağlı oldukları odalar, bu işleri üstlenip, üyelerini bu tür sahtekarlıklara karşı uyarmalı.
Bunun yanı sıra, ilgili kanun maddeleri de elden geçirilip, artık bazı cezalarda serbest bırakılmalara son verilmeli.
Aksi takdirde, nasıl olsa herhangi bir cezai müeyyidesi yok, diye daha çok kişinin canı yanacak.
Bizim ülkemizde çalışmadan, yattığı yerden para kazanma meraklısı çok insan var çünkü.
Onlar, hergün dolandıracakları garibanları bol bol buluyor bu ülkede. Zaten hayat şartlarının yeterince vurduğu bu insanlara, bir de sahtekarlar öldürücü darbeyi vuruyor. Ve işin kötüsü de, ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyor.
Bankayı hortumlayan muteber kişi oluyor, ekmek çalan aç ise kürek cezası alıyor. Yazık olmuyor mu?
Lütfetmiş, sağolsun!..
Geçtiğimiz hafta, katıldığı yemekli bir toplantıda, Bandırma’daki yerel gazeteleri ve bu gazetelerde çalışanları aşağıladığı için yazı yazdığım Önder Balıkçı dostumuz(!) büyük bir lütufda bulunmuş… Sağolsun.
Benim yazılarımın hiçbirini okumadığını vurgulayıp, sağdan soldan duyduğunu ima ederek, “Yaşamları boyunca tek kitap okumamış kişilerin yazıları ve yorumlarını nasıl değerli bulurum ki” demiş…
24 saat birlikteyiz ya, benim ne okuduğumu, ne okumadığımı maşallah benden daha iyi biliyor.
Eh, sanırım bu arada kendisinin de ne kadar çok kitap okuduğunu ortaya koymaya çalışıyor.
Ne yapalım, bizim de aşk romanları ve aşk şiirleri merakımız olmadığından, bu tür kitapları okumuyoruz. Bizim de eksiğimiz bu.
Okumadığımız için de, ülkenin gerçeklerini ortaya koyan yazıları kaleme almaktan, sizin yaptığınız gibi aşk üzerine yazılar yazamıyoruz.
Siz, köşe yazısı denilince, kendi köşenizden sık sık yaptığınız gibi falanca şairin söyledikleri aşk şiirleri ile filanca yazarın aşk üzerine söylediği görüşleri aktarmak olarak algılıyorsunuz.
Bu konuda haklısınız, sizinle aşık atmam mümkün değil. Tartışmasız, sizin bu konudaki üstünlüğünüzü kabul ediyorum. Bükemediğim bileği öpmesini de bilirim.
Eski gazeteciyim diyorsunuz da, kara çalmayla gazetecilik yapmayı birbirine karıştırmanıza bir anlam veremiyorum doğrusu.
Gazeteci kişinin araştırmacı olduğunu dile getiren siz değil misiniz?
O halde neden yapmıyorsunuz? Aşk romanları ile aşk şiirlerinin dışında, ülke gerçeklerine yönelik kitap ve yazıları acaba benim kadar okuyor musun?
Gazeteci olmak için, illa ki sizin tarzınızın benimsenmesi mi gerekir?
Kaldı ki, bugüne kadar gazetecilik konusunda eleştiri yapıyorum diye, özellikle Bandırma’da birçok kişiye sadece kara çaldınız, bunun dışında hiçbir yol göstermediniz. Sürekli, birilerini taşlayarak asıl gündeme oturmaya çalışan siz değil misiniz?
Bu genç kardeşlerimize yol gösteren bir çaba içerisinde bulunmanız özellikle adam kıtlığı çekilen kentimizde daha olumlu bir çalışma olmaz mıydı?
Korkularınızı bir kenara bırakıp da, en azından bir-iki kişinin yetişmesinde çabanız olsaydı, ne güzel olurdu!..
Ayrıca, şunu da söyleyeyim ki, siz eleştiri adı altında ne kadar yerel basını ve yerel basın çalışanlarını kara-lamaya kalkarsanız, ben de o kadar karaladıklarınızın yanında yer alacağım.
Bir yerlere şirin gözükmeniz adına, kutsal saydığım ve ekmeğimi kazan-dığım mesleğime, sen de olsan laf söyletmek, en çok ağrıma giden bir durumdur. Bunu da böyle bilesin.
Öte yandan, senin benim yazılarımı okumaman da benim için çok büyük bir kayıp değil. Gerçi, okuduğunu biliyorum ya!.. Aklınca mügalata(!) yapmaya çalışıyorsun.
Gerek, gazetede gerekse internet ortamında okuyup da takdirini bildiren binlerce okurum bana yetiyor.
İstersen de, ispat edebilirim.