Saygıdeğer okurlar, 1970 yılı Endüstri Meslek Lisesi Torna-Tesviye bölümü mezunu bir kişi olarak ekmeğimi kazandığım asli görevimin yanında imtihanını kazanamadığım için okuyamadığım üniversite tahsilimi hayat okulu olarak nitelendirilen (daha sonra serbest piyasa değil Kurtlar sofrası olduğunu bizzat yaşadığım ve halen yaşamaya devam ettiğim sermayesini de kalem ve bilginin yanında medeni cesaret olarak gördüğüm, bildiğim ve böyle düşünerek.
Alamadığım üniversite eğitimimi yazarak çizerek çok kutsal gördüğüm ve bu düşünceyle 1979 yılında THA’da aday muhabir olarak göreve başladığım bana ve benim gibi hayatını idame ettirenlere göre son derece kutsal ve saygın meslek olan gazetecilik ki, hala başladığım yerde olmaktan gurur duyduğum mesleğim ve asli görevim nedeniyle o gün bugün ve hala dilimin döndüğü kelime haznemin yettiğince dile getirerek kendimi yetiştirme mücadelesi verdiğim inadına doğruluğun ve dürüstlüğün kazanması ve doğruların dürüstlerin çoğalması için yazmayı sürdürüyorum.
Bu hafta da inadına aynı konuyu işlemek istediğim için yetmeyen bilgi dağarcığıma destek gayesiyle İnternet üzerinde konuya ilişkin arama yaparken karşıma çıkan aynı zamanda da Ordulu olan hemşerimiz Psikiyatrist Prof. Dr. M. Kemal Sayar beyefendinin kaleme aldığı yazısının bir bölümünü sizlerle paylaşmak istedim.
Günümüz toplumunda erişkinlerin ergenliğe gerilediği ve ergenlerin de erişkin olmaya niyetlenmedikleri başta biz büyükler olmak üzere aslımızdan uzaklaşarak hayatı ve geleceğimizi kendi ellerimizle resmen bilerek ve isteyerek karartıyoruz. ‘Babanın ölümü’ne tanık oluyoruz. Bütün simgesel biçimleriyle baba ve otoritesi kayıplara karışıyor. Yarım erişkinlik ödüllendiriliyor. Böylece bütün kadim öğretilerde yerleşik olan dürtüleri kontrol etme, bastırma ve disiplin gibi dizginler serbest bırakılıyor. Günümüzün insanı geçmişin kısıtlama ve dizginlerinden kurtuldukça kendisini daha özgür hissediyor. Anne babalar çocukluğa geriliyor ve yalnız bırakılmış çocuklardan da bir an önce büyümeleri isteniyor. Çocuklar bunu elbette başaramıyor, yetişkinlik ve çocukluk arasında bir durakta kalakalıyor.
Anne babalık her bir nesilde mevzi kaybediyor. Doğru dürüst bir ebeveynlik görmeden büyüyen çocuklar, kendileri anne baba olduklarında, izleyebilecekleri bir erişkin rol modelinden mahrum bulunuyor. Yetişkinliğe bakıldığında görülen şey kaos ve boşluktan başka bir şey değil. Herkesin her şeye hakkının olduğunu düşündüğü, herkesin haksızlığa uğradığı gerekçesiyle bir diğerine bağırdığı, herkesi tatmin edecek saygın bir otorite bulmanın giderek zorlaştığı bir toplumdan söz ediyoruz.
Tanrısız iktisadın her şeyi silip süpürdüğü, kapitalizmin nihai zaferini ilan ettiği bir dünyada, teknoloji de insanları aptallaştırıyor. Apartman dairesinin penceresinden bakıyorum: Her evde televizyonun ışığı. Medya teknolojileri cehaleti tırmandırıyor, entellektüel yetkinlik azalıyor. Zihinsel kapasiteleri düşmüş gençler dünyayı anlamakta zorlanıyor. Kitle kültürü böylece onları kolayca ruhsuz bir tüketiciliğin kucağına atıyor ve şirket kapitalizminin bilinçsiz kurbanları haline getiriyor. Ruhunu ve yönünü yitirmiş bir genç kuşakta ümitsizlik yaygınlaşıyor. Baba yara aldıkça çocukları kandırmak kolaylaşıyor.
Babanın meşruiyetini yitirmesi sadece çocuklukta saygı duyulan bir rol modelinin kayıplara karışması değil, ileriki hayatımızda akıl danışacağımız, bize rehberlik edecek bir âkil adamı da yitirmemiz anlamına geliyor. Bütün bir erkek kuşağında kimlik kaybına yol açabilecek, erkekleri yalnızlaştıran bir durum bu. Olgunluk ve sorumluluk da babayla birlikte yitip gidiyor.
Erişkin kişi ani tatmin, rahat ve heyecan peşinde koşmayan kişidir. Erişkin kişi hayatı bir biyografi ve gelecek ışığında tanzim eder. Kendisinden önce gelenlerin hayatını devam ettirir ve geleceği çocuklara miras bırakır. Hayatı sadece kendisi için yaşamaz. Erişkin kişi yaşın getireceği olgunluk ve sorumluluk hissini sahiplenir, böylelikle de kendisinden sonra gelen genç nesillere örnek teşkil eder.
Anne babalar çocukların hedonizmini taklit ediyor. Hayat günübirlik zevk ve eğlence için yaşanıyor. Böylece bir türlü büyüyemeyen, büyümek istemeyen insanlar zuhur ediyor. Hayatı sadece kendisi için yaşayan bireyler, narsisizm bayrağını toplumun burçlarına dikiyor.
Narsisizmden kurtularak, her birimizin diğeri için sorumluluk hissettiği bir ihtimam ahlakına dönebilir miyiz? Bunun için merhamet ve empatiyi, bebeklikten yaşlılığa kılavuz edinmemiz gerekiyor. Hayatı sadece kendimiz için yaşamıyoruz. ‘Dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık’ diyor bilge yerliler. Arzularımızı sınırlandırmayı ve bunları kültürel / ahlaki bir kod haline getirmeyi başarmamız gerekiyor. Böylece anne babalar çocuklarını narsistik bir biçimde kullanmayacak veya onları sırf kendi arzuları uğruna yalnız bırakmayacak ve ihmal etmeyeceklerdir.
Dikkat dikkat! Anne babasız büyüye(meye)n çocuk ve ergenler için, acilen, tam erişkin bireyler aranmaktadır! İşte bu nedenle günlük yaşayarak ülkeyi ve insanları çıkmaza sürükleyen basiretsiz sevk ve idarecilere ve onlar gibileri adam yerine koyarak her seferinde görev veren ve seçtikten sonra elim kırılsaydı diyen korkak insanlara (Korkunun Ecele faydası yok) özelliklede seçme yaşına gelmiş zatı muhteremlere inat ısrarla ve inadına doğruluk, inadına dürüstlük diyor, saygılar sunuyorum.