Eylül ayında Van/Akdamar adasındaki tarihi kilisede 95 yıllık uzun bir aradan sonra yeniden ve kalabalık sayılacak bir katılımcı ile Ermeniler ayin yaptılar. Ermenilerin kendilerine ait bir kilisede ayin yapmalarının yadırganacak bir tarafı yoktur. Ancak bu ayinin salt dini bir yükümlülüğün sınırlarını aştığı zaten ayinden sonraki tutumdan da ortaya çıkmıştır.
Çünkü bir mabette 95 yıllık ayine ara verilmişliğinin izahı ister istemez olayı bir Hıristiyan ayinin doğal sınırları dışına çıkarmıştır.
Pek çok kimse 95 yıllık ayin kesintisini dönemin şartları içinde ele almadı. Ermenilere yapılan büyük bir haksızlığın, 95 yıl süren bir yanlışın telafisi gibi görmüştür. Bu görüş için Baskın Oran’ın yazıları (Radikal Gazetesi, 25-26 Eylül 2010) örnek verilebilir. Hatta M Akif Aydın bile Zaman’da yer alan röportajında, Ermenilere ve Rumlara karşı Türkiye’nin tutumunu “Milli bir refleks, içe kapanma” gibi değerlendirmiştir(Zaman Gazetesi, 3-Ekim-2010). Akdamar’daki ayini, bir büyük yanlışın, 95 yıllık bir haksızlığın giderilmesi gibi görmek başka büyük bir yanlışın tezahürü olmalıdır.
Dönemin askeri ve siyasi şartları içinde Ermeniler ve Osmanlılar arasında geçen bir mukatelenin sonunda Ermeniler tehcir edilmiştir. O tehcire bağlı olarak Van’da Ermeni nüfusu kalmadığından Ermenilerin Akdamar’daki Kiliselerinde de 95 yıl ayin yapılmamıştır. Hele bazı İslami çevrelerin Akdamar’da ki ayin törenini sevinçle karşılamalarını da makul bir gerekçeyle açıklamak hayli zordur.
Akdamar’da ki ayinden bir süre sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli önderliğinde kalabalık bir topluluk 1 Ekim 2010 Cuma günü, Ani’deki Fethiye Camisinde Cuma namazı kılmıştır. Aslında Cuma namazı için seçilen yer teslim etmek gerekir ki son derece isabetidir. Ani’yi B.Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan 16 Ağustos 1064’te fethetmiştir. Savaş yoluyla fethedilen yerin en büyük kilisesinin, o fethin bir sembolü olarak camiye çevrilmesi geleneğinin de bir sonucu olarak Alp Arslan Ani’deki Katedrali “Fethiye Camisi” diye, camiye çevirmiştir. Orada 16 Ağustos 1064’te ilk Cuma namazını kılmıştır.
Ani, o tarihte önemli bir yerleşim yeridir. İçindeki kiliselerin sayısı 500 tanedir. Aras nehrinin bir kolu olan Arpaçay’ın batı yakasında kurulmuştur. Arpaçay bu günde Türkiye-Ermenistan sınır çizgisini oluşturmaktadır. Alp Arslan Ani’ye geldiğinde orada Bağrati adıyla bir krallık (bazılarına göre ise prenslik) vardı. Bağrati Krallığı 1044’ten itibaren Bizans’a bağlanmıştı. Ani halkının çoğunluğu Ermenilerden oluşurdu. Ancak Bağrati hanedanlık üyeleri Gürcü idi. Ani X. Yüzyıldan itibaren Ermeni Katolikliğinin de merkezi olmuştur.
Günümüz Türkiye sınırları itibarı ile Alp Arslan’ın dolayısı ile Selçuklu Türklerinin geldiği ve ele geçirdiği ilk yer Ani’dir. Selçukluların gelmesi, Anadolu’da İslamlaşmanın da başlamasına yol açmıştır. Türkiye’nin doğusunda daha çok Ermeniler ve Süryaniler meskun iken orta ve batı bölgesinde ise kuzeyi ile birlikte Rumlar yerleşik idi. Ancak bu toprakların tümüyle hakimi ise Bizans idi. Türkiye topraklarında İslamlaşmanın başladığı uç nokta Ani’dir.
Ermenilerin de dini açıdan merkez saydıkları buradan İslamlaşmanın başlaması ayrıca dikkate değer olmalıdır.
MHP’nin ve Sn. Bahçeli’nin son dönemde takip ettiği tartışmalı ve vahim siyasi çizgisinin sonunda Türkiye topraklarında İslamlaşmanın başladığı yeri ve tarihi yeniden hatırlaması olumlu bir gelişme sayılmalıdır. MHP’nin genel siyasetini, İslam’ın ilkeleri ile hedefleri ile bir arya getirme, barıştırma eğiliminin bir başlangıcı sayılabilir mi? Yoksa siyasal rekabete bağlı olarak Ak Parti’ye tarihi bir camiden ve Cuma namazı aracılığı ile bir siyasi mesajla mı açıklanabilir? Bu soruların cevabı elbette zamanla daha iyi görülecektir.
Ancak Cuma namazının İslam’da ayrıcalıklı bir yeri vardır. Tek başına kılınmadığı gibi düşman eline esir düşen daha doğrusu işgale uğrayan yerlerde de kılınmaz. Cuma namazı İslam egemenliğinin, birliğinin adeta siyasi bir sembolü gibidir. Bu yüzden de onu ya halife yada halife tarafından görevlendirilen birisi kıldırır. Tek başına Cuma namazı kılınmaz. MHP’nin muhtemelen Akdamar’daki ayine bir tepki olarak vermek istediği siyasi mesajları için Türkiye’de İslamlaşmanın başladığı uç noktayı Ani’yi seçmesi daha çok dikkate değer olmalıdır. MHP’nin hak ve özgürlükleri kısıtlayan anayasadan yana tavır alması gibi, Türkiye’de 1960 darbesinden sonra seçilenlerin üstünde oluşturulan vesayet rejiminin önemli kurumlarının haksız ve hukuksuz statülerinin değişmesine bile itiraz ederek anayasa oylamasında “hayır cephesinde” yer almasının ardından Ani’den başlangıç yapmasını milliyetçi tezlerle İslami ilkelerin barıştırılması çabasının bir belirtisi ve girişimi olarak belki görülebilir. Belli ki MHP hayırcı cephe içinde yer alarak yaptığı yanlışı görmüştür. Yeni bir seçim yapmak zorundadır. Kemalizm’e daha çok yakın durarak oradan bir şey elde edebileceği de şüphelidir. Çünkü oranın mütevellisi sayılan CHP oranın bekçisidir. MHP’nin Kemalizm’den uzaklaştığı oranda milletin büyük çoğunluğuna yaklaşmış olacağı da görülmüştür.
Ani’den ve Fethiye Camisi’nden siyasi bir mesaj vermek “Ermeni karşıtlığının” belirtisi olarak görülebilir mi? Böyle bir bakış açısı çok yanlış ve yersizidir. Bu değerlendirmenin sahibi olan Mümtazer Türköne (Zaman Gazetesi-01/10/2010) , bilmelidir ki, evet Türkiye’de İslamlaşma Ani’den ve Ermenilere karşı başlamıştır. Ani’de Cuma namazına öncülük eden MHP’nin İslami ilke ve amaçlardan önce kendine göre siyasi nedenleri de olabilir. Ama bu durum Ani’yi İslamlaşmanın başlangıcı olmaktan çıkarabilir mi?
“Osmanlılar Ani’de Cuma Namazı kılar mıydı ya da Ermeni karşıtlığını siyasi görüşlerinin temeli yapar mıydı?” Bu sorunun bir hayır cevabı beklediği açıktır. Üç-dört milyonluk Ermenistan’ın 73 milyonluk Türkiye’ye rakip sayılması da insan aklını ve matematik ilmini hafife almak diye görülebilir. Ne var ki sorun, bir Türkiye-Ermenistan rekabetinden uzaktır. Üstelik her mesele de Osmanlı’nın hatırlanması, “olsaydı yapar mıydı” diye bir soru ile konunun ele alınması da başka bazı takıntıların sonucu olabilir. Hatırlanmalıdır ki, Osmanlılar yüzyıldan daha uzun bir zaman Karamanlılar ile savaşmıştır. Karamanlılar din, mezhep hatta ırk bakımından Osmanlıların kardeşidir. Başlangıçta Osmanlılardan büyük olmalarına karşılık, ortadan kaldırıldıkları dönemde bu günkü Türkiye karşısındaki Ermenistan kadar zayıf ve güçsüzdüler. Buna rağmen Osmanlılar onların kardeşliğine, güçsüzlüğüne aldırmadan, kendilerine karşı düşmanla işbirliği yapmalarından, Osmanlının cihanşümul hedeflerine engel olmaya çalışmaları nedeniyledir ki, Osmanlılar yüzyıl mücadele etikten sonra Karamanlıları ortadan kaldırdıkları gibi onların temelini oluşturan sosyal tabakanın da önemli bir bölümünü Balkanlara iskan etmiştir.
Teslim etmek gerekir ki, Türkiye’nin İslamlaşması Bizans’a karşı (Ermenilere ve Rumlara karşı) gerçekleşmiştir. Bu İslamlaşmayı yadırgayanlar daha çok ve özellikle Ermenilerin/Rumların mağduriyetlerinden yakınmaktadırlar. Oysa tarihi durum böyle değildir. B. Selçuklular ortaya çıkmazdan önce Bizans, İslam Dünyasını haraca bağlamıştır. Her türlü saldırganlığı rahatça pervasızca yapmıştır. Selçuklular buna engel oldukları gibi Bizans’ı da adım adım geriletmiştir. Osmanlının son döneminde Türkiye topraklarındaki İslamlaşmayı tersine çevirecek büyük bir Haçlı atağı yaşanmıştır. Ermeniler ve Rumlar işte bu Haçlı atağının öncü rolünü oynamıştır. Türkiye’deki İslamlaşmaya karşı başlatılan Haçlı saldırılarının bir uzantısı olarak Balkanlardan ve Kafkaslardan İslam adeta kazılarak yok edilmeye çalışılmıştır.
Ancak Türkiye toprakları itibarı ile Haçlı saldırılarının öncüsü durumundaki Ermeniler ve Rumlar bu savaşı kaybetmiştir. Günümüzde Türkiye’nin vatandaşı olan Ermeniler ve Rumlar bu gerçeği içselleştirmelidir. Bu gerçeğe göre davranmaları halinde her türlü hak ve özgürlüklerini sonuna kadar kullanabilmeleri hiçbir itirazla karşılaşmaz.
Aksi halde sıradan gündelik bir hak kullanımı bile sorun haline gelmektedir. Tarihin yok sayılması, her şeyin yeniden hiçbir şey olmamış gibi ele alınması aklın sınırlarının zorlanmasıdır.
S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A :
1-İslam Ansiklopedisi, C.1, MEB Yayınları, İstanbul 1993, s.435.
2-İbnü’l-Esir, El-Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi/İslam Tarihi, Tercüme Eden: Abdülkerim Özaydın, C.10, Bahar Yayınları, İstanbul 1987, s.51.
3-Ebü’l-Ala Mevdudi, Selçuklular Tarihi, Çeviren: Ali Genceli, Hilal Yayınları, İstanbul 1971, s.229.
4-Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2010.