Onunla birkaç saat, birkaç gün değil bir hayat paylaşmıştı. Her şeyi idi o. Yemeğinden giyimine kuşamına kadar hayatının her karesinde o vardı. İlk ağladığı gün o mutluluktan ağlıyordu acılar içindeyken bile. Yıllar sonra bu son ağlayışında ise onu uğurluyordu. Onun boşluğunun doldurulması, onun bir benzerinin bulunması dahi imkansızdı.
Kaderin ne garip cilvesidir ki onu en çok üzen, en çok yoran, en çok uğraştıran kendisiydi. Bu itirafı defalarca kendisine de söylemişti. O sadece tebessüm etmiş başını göğsüne yaslamış ve saçlarını derin derin hasretle sevgiyle koklamıştı. Çile insanıydı o. Sanki sırtından hiç çıkarmadığı bir yün hırkası vardı. Kurbanlık koyunlardan kırkılmış, eğrilmiş ip yapılıp sonra örülmüş ilmik ilmik çile hırkası. Yaşamının en büyük destekçisi, yardımcısı, dert ortağı artık yanında değildi. Sığınacak huzurlu limanı yoktu artık. Yıllardır yaşamaktan hep korktuğu o gün bu gündü.
Bir gün iyileştiğimde yürümeye başladığımda seni istediğiğn her yere götüreceğim hatta hacca sırtımda taşıyacağım seni beraber tavaf edeceğiz kabeyi dediğinde o mutluluktan uçar İNŞALLAH derdi. Sen beni böyle de hep mutlu ettin aslan oğlum derdi ama o hayal hiç gerçek olmadı, olamadı. Annesi musalla taşında iken bile onu sırtına alamadı, kabire taşıyamadı. Camiye bile gidemedi, evden çıkamadı. Sadece annesini sağlık ekibinin hastaneye götürürken sedyede görmüştü yarı baygın haldeydi anacığı. Bir saat geçmişti ki ölüm haberi geldi hastaneden.
Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar şarkısı yaşanıyordu sanki, anacığını köye defnedecekti. Dedesinin anneannesinin yakınlarına defnetmek istedi. Anacığına kavuşmasının uzak olmayacağını tahmin ediyor ve annesinin yanındaki yeri kendisine ayırtmak istiyordu.
30 yıl oğlunu gül gibi bakmıştı. Ana oğul yaşadılar yıllarca kimseye eyvallah etmeden. Babasızlığa alışmıştı annesi yanındaydı fakat şimdi yapayalnızdı. Annesi her şeyi idi. Kolu kanadı kırılmış yuvadan düşmüş kuş yavrusu gibiydi.
Hangi karanlık köşeden hangi kedi çıkacak korkusuna kapılmış çırpınıyordu sanki. Cenaze köyde kabire girmeden o başka bir yalnızlık kabirine girmişti bile. Çevresindekiler ağızlarıyla söyleyemediklerini gözleriyle diyorlardı. Bundan sonra sen ne olacaksın, seni kim bakacak, bakıcı mı bulalım yoksa huzur evine mi götürelim diyen kahredici bakışlar öldürüyordu oğlu.
Sakat evlada sahip olan tüm anne babaların yürekleri bir başka sızlar, bir başka titrer. Bunu yaşamayan asla bilemez. Sakat evlatlar da hep hayatta yalnız kalacaklar günden korkarlar. Şöyle böyle bir korku değildir bu, ölümden beter.
ANNE GİBİ YAR OLMAZ sözü sakatların gönüllerinde bir başka yankılanır. Annelik o sakatların gönüllerinde bir başka anlam kazanır. Anne vatandır. Vatanına ihanet eden, nankörlük eden nasıl felah bulur ? Anne topraktır. Toprağını sevgisiz bırakıp çoraklaştıran nasıl cennet bahçelerine kavuşur ? Cennet Anaların ayakları altındayken analarını kırıp çiğneyenler, anaları ağlatanlar Cennete nasıl yol bulur ?
Annesini uğurluyordu şu fani dünyadan fakat gönlünden ve rüyalarından asla çıkarmadı. Ölünceye kadar hep anneciğim dedi.