Etrafını sisli bahçeler kaplayan iki kardeşin hikayesi, yüreğimin kenarında acılarla anlatılmayı bekleyen. Bir annenin evlatları oldukları halde hiç birbirine benzemeyen iki yüreğin, kavgalarla başlayıp yıllara sikkesini vuran hayatları. Yokluk ve varlık arası bir kargaşa için de daha doğarken hayatlarındaki ayrıntıları yaşayarak anlatan; savaş ve barışın bedenlerinin yollara bıraktığı ayak izlerinin kaybolmadığını bir hikayedir, ellerimden kağıtlara dökülen.
Savaş barışsız, barışta savaşsız yapamamıştır, hiç zaman. Ne sevdikleri belli olmuştur, ne de sevmedikleri birbirlerini. Kimse kimseye benzemez asiliğinde yaşamışlardır, ömrü süreçlerini. Biri diğerinin artı gördüğünü beğenmemiş almış eline silahı, acıyı gaflet görüp ezmiş ve yok etmeye çalışmış. Diğeri kandan ve vahşetten tiksinerek yaklaşmış kardeşinin yaptıklarına.
Hikayelerin Habil’le Kabil’in gönüllerinde doğarak başlamış bu iki yaramaz çocuğun.
Habil ve ağabeyi Allah’a birer kurban sunmuşlardı. Kabil, kendi kurbanı Allah tarafından kabul edilmediği için kardeşini öldürmeye karar verdi (Maide Suresi, 27-32).
İbni İshak tarafından rivayet edilen ve sahih olmayan bir İslam hadisine göre ise Habil ve Kabil’in birer ikiz kız kardeşi vardı ve birbirlerinin kardeşiyle evlenmeleri istenmişti. Kabil’in ikizi, Habil’inkinden daha güzel olduğu için Kabil bu değiştirmeyi kabul etmedi.
Bir bedenin iki ayrı yarısı olmuşlar, Habil ve Kabil tarihin çıkınının da. Kabil’in hayata yaklaşımı gaflet ve hıyanetin en uç noktasında yaşanmıştı. Habil’in her yaptığı kardeşinin gözünde büyüyüp hırsla bir devlet halini almaya başlamıştı, daha küçük yaşlarında. Oysaki Habil’in kalbindeki sevgi, ikisini de kucaklayacak kadar büyüktü. Ve Rabbani emirler geldikçe, Kabil’in Habil karşısındaki başarısızlığı artmış ve sevgisi nefretin önüne geçmişti. İki insanoğlunun hayatla savaşı başlamıştır artık. Kabil hırsları yüzünden; kardeşinin katili olup ilk kan akıtan olarak geçecektir tarihin sayfa aralarına. Bir babanın iki oğlu arasında verdiği gönül mücadelesi ayrı bir biçim alacaktır, gözlerinin yaş yığılan bebeklerinde. Oğulları arasında savaşın farkındalığıyla yaşayan Adem, zihinsel sanrılarla bir insanlık düşüncesi yaşamıştır, aklının tarihinde. Habil ve Kabil’in kardeşi kavgaları karşıt düşüncelerin vurgunu haline gelmişti. İlk karşıt cephe savaşı olarak sinmiştir toprağın kahverengi yüzüne. Tarih çelişkilerle başlamıştır, zamanın bizi kadar yansıyacak hareketine.
Kabil’in kardeşine olan kinini anlatan aşağıdaki ayet kalbe nefret girdiğinde nasıl kalbin bağlandığı anlatıyor:
Onlara Âdem’in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):” Seni öldüreceğim” demişti. Diğeri ise şöyle demişti: “Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder”.
Ve Habil’in yıllara damgasını iyilik ve husumetle hiçbir yere varılmayacağını anlatan sözleri de Kuran’da şu şeklide geçmektedir:
Allah’a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.
Kabil Habil’e onu öldüreceğini söylediğinde, Habil, Allah’tan korktuğunu söyleyerek karşı koymadı ve ağabeyine el kaldırmadı. Ancak Kabil’in cehennem ateşinde yanmasını diledi.
Allah Habil’in cesedini nasıl gömeceğini göstermek üzere bir karga gönderdi. Yeri eşeleyen kargayı gören Kabil, kargadan bile aciz olduğunun farkına vararak yaptığından pişmanlık duydu (Maide Suresi, 27-32).
Kabil, çiftçilik düzeninin, tekelci ya da bireysel düşüncenin aklını temsilcisi olmuş. Habil de çalışarak üreten ve üretkenlikten geçecek bir felsefenin akli temsilciliğini başlatmıştır. Bu ikilemler sürekli savaşın başlamasına neden olacaktır. Tarih, ta başlangıcından bu yana katil Kâbil vicdanı, öldürülen Hâbil vicdanı arasında, denetleyen vicdanla, denetleyicinin hüküm giydirdiği vicdan arasında olagelen bir savaşa maruz kalmıştır. Gereksiz toprak ve mal hırsı ve kıskançlığı, Kabil’in kendi canından olan Habil’i öldürüp tarihe ilk mazlum kanı döken olarak geçmesiyle sonuçlanmıştır. Kabil zihniyeti varlığını kan dökerek zamanımıza kadar getirmiş ve Habil iyi niyeti de mazlumu yaşayarak tarihte yerini almıştır ve almaya da devam edecektir.
Yüreğimizdeki, arada bir zalimler karşısında kabil olmak düşüncesini bile, soluk alış verişimizi nasılda kesiyor. Gönül Habil olunca, bir köşeden Kabil hep önümüze çıkacaktır. Kabil olmadan onu görünce yol değiştirmek, en mutlak yoldur sözün bittiği noktada. Bir çelişkidir aslında, insan bedenin yaşadığı.
Bazen Kabil olup zalime tokadını vurası gelir insanın, bazen de Habil olup yoluna bakası.
Zalimliği hak sayan milletlerin, Kabil’in kardeşleri olduğu unutmadan yaşamak gerekir, bu dünyayı. Akıllarındaki açgözlülükle tarihin her noktasında, kardeşinin bile kanı dökmekten çekinmeyen insanoğlu değişmeyecekti, son gelene kadar. Dünya kan kokusuna alıştı artık. Filistin’le, Ülkemizde doğudaki anarşiyle, A.B.D’nin bitmeyen vicdansızlığıyla, Afganistan’daki din adına yangın yerine döndürülen, Afgan sokaklarıyla vs vs. Alemi seyir kaynıyor ve buna dur diyemiyoruz..
İnsan budur… Karmaşık düşünceler kaplar, ruhunu baştan sona…
Kıyamete kadar savaş ve barışın hükmüyle yaşayacaktır insanoğlu. Doğruyu ve yanlışı ayırarak salih amelle yaşayan kullarından olmak için Habil’e yaklaşmalı muttaki gönüller. Habil olmalı sessizliğiyle büyüyen, Hüseyin olmalı korkmadan inandığını yaşamaya çalışan, Ebuzer olmalı doğruları için çöllerde haykırışıyla yaşayan, Ömer olmalı adaletiyle şeytanı bile korkutan, Filistin olmalı bir çocuğun gözlerinde, Necip ve Akif olmalı kelimeleriyle bir orduya cenk eden, zamana yeni boyut kazandıran Bahattin yıldız olmalı korkusuz ve yürekli.,ve her şeyden öte HZ.MUHAMMED MUSTAFA (s.a.v) olmalı insanlığa alemlerden bir güneş gibi parlayan.
Allah Tealâ buyuruyor ki: Zalimler asla kurtuluşa erdirilmeyeceklerdir. Bu dünyanın geçici lezzetleri, hırsı, şehveti kapkaçı vs. haram işleri, edâları, tavırları bir anda da yapılıyor, bir günde de Bu dünyada bir anlık aldatmacaya karşılık mazlumun tüm ömrü hüsran, azap ile geçmektedir.
Kıyamet günü zaman mevhumu ortadan kalkınca, zalimlerin maddi manevi tazminat gerektiren saldırılarıyla kararttığı dünyalara karşılık onların da âhiretleri kararacak, hüsrana uğrayıp çok acı azabı tadacaklardır. Neticede bu dünyada geçici lezzetler, hırs, şehvet aldatmacaya karşılık bir ömür hüsran içinde yaşatmak pervâsızca göze alınırsa, bir dünyalık ömür için de ceza olarak bir ahiret ömrü harcanmak muhâldir. Dünyanın Allah katında değersiz olarak görülmesi, en ziyâde zaman olgusu yüzündendir. Çünkü kişilerin dünyada kalış süreleri öte dünyaya oranla bir hiçtir.
Güzel ve anlamlı bir yazı olmuş sizi kutlarım