…Düşünün ki bir bina dikme niyetindesiniz. Bir taş seçtiniz temel niyetine. Bir diğeri yani öteki geldi durdu öte yanda. Sorun üst üste duramayacak kadar farklı olmaları taşların. Ne yapıyorsunuz, alıp sonradan geleni törpüleyip kırıp uysa da olur uymasa da mantığıyla taşınızın üstüne dikiyorsunuz…(Birgün Gzt., Esmeray Yoğun, 13.07.10)
Sonrası mâlum. Çatırdıyor. Yıkılmaya başlıyor. Onarmaya çalışıyorsunuz. Ancak yaptığımız yamamak oluyor. Sonra gene çatırdıyor yamadığımız yerden. O binayı daha sağlamlaştıracak bilgili, eğitimli, deneyimli, mühendisleri, mimarları çağırmıyorsunuz. Projenizi kendiniz yapıyorsunuz, kendiniz uyguluyorsunuz ama değişik yorumları almadığınız için doğru mu yanlış mı yaptığınızı ancak proje bittikten sonra görebiliyorsunuz. Ne mi oluyor? Proje bitiyor, yanlış çimento, yanlış tuğla kullanılıyor. Geçmişte zaten törpülenen taşları daha da düzeltmek uğruna gizliden biraz daha törpüleyip iyice kızdırıyorsunuz. Geç de olsa yanlış yaptığınızı fark ediyorsunuz. Yakın bir gelecekte enkazın altında ki bedeninizi görüyorsunuz belki de. Tek sorumlu olmak korkutuyor sizi, zararı paylaşacak adamlar arıyorsunuz.
Bencilliğinizi fark ettirmemek için özel bir çaba sarf ediyorsunuz. Proje bittiğinde kendinle övünebileceğin bir eser çıkartmak istiyorsun. Aranan taraf olmaktan mutlu olmayı biliyorsun ama projeye yanlış başladığın gibi yanlış devam ettirdiğin için sonunu bile getiremiyorsun. Başarılı olmak istiyorsun, “ben yaptım” demek istiyorsun. Yanlış yaptığını fark edince “hepimiz yaptık” demekle kendini kurtardığını sanıyorsun.
Tüm bunlar olmasaydı da. Sen bu dökük evi adam etmeye karar verdiğinde en iyi mühendisleri, en iyi mimarları çağırsaydın fena olmazmış değil mi? Geç, sen de biliyorsun… Belki şimdi yaptığın hataları açık yüreklilikle itiraf edersen gelecekte bir faydan dokunabilir bu dökük ama güzel evi kurtarmaya çalışanlara…
Bak, geçen günlerde Cumhuriyet’te Ali Sirmen yazmıştı yanlış hatırlamıyorsam.1962 Anayasası’nın oylanacağı referandumda DP’lilerin hayır oyu kullanacak olmalarına çok kızdıklarını söylüyordu yazısında. Sonuçta böylesine özgürlükçü ve demokrat bir anayasaya hayır oyu verecek olmaları Ali Sirmen’leri kızdırıyordu. Yazısının sonuna da bir itiraf ekliyordu. Sonradan anladığını söylüyordu, tam uzlaşmayla ortaya çıkmayan yasalar o anayasa gibi kalıcı olmuyormuş maalesef.
Doğru yada yanlış…
Kalıcılık, uzlaşıyla, tahammülle, birlikle, ortak akılla hayat bulmuyor mu? Yoksa son yıllarda olduğu gibi “demokrat” olmayı doktor,mühendis,pilot olmaya dönüştürmek gibi sadece lafla mı yürüyor?
Bir halk otobüsündeyim. Hemen önümde bir baba ve oğlu. Babanın elinde bir gazete. Gazetede, seçim barajı haberi. 7-8 yaşlarındaki çocuğun gözleri o haberde. Duruyor. Şunları söylüyor babasına;
-Baba, ben demokrat olmak istiyorum!
Baba cevap vermiyor. Kulağına eğilip demokrat olmanın ilk kuralını söylemek istiyorum.
-Bencil olma!
Söyleyemiyorum.
Belki de yapmak istediğim, boş hâyâl ve laflarla doldurulan günümüz demokratlığına yeni samimi olmayan bir bireyin katılmasını engellemek. Sonrada küçücük çocuğun üzerinde sistemi sorgulamaya kalkıyorum içimden.
Unuttuğum şeyse bu çocuğun 5 yıl sonra bir sınavla zaten sistemin içinde var olacağı ve bir daha hiç çıkamayacağı!
Twitter’dan bana ulaşmak için: http://twitter.com/prospektusx
Bu genç ve güzel hassasiyeti kutlarım.. İHG