Gün/aydın dostlarım…
Özlemeyi biliyorsan tebessüm et. Beklemeyi biliyorsan sabret… Sevmeyi biliyorsan… Aç kollarını__________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
KENDİ KARANLIĞINI YİTİRDİ GÜN
Gün ağardı ağaracak neredeyse, kendi karanlığını yitirdi gün, güneş aydınlığıyla doğdu doğacak yeniden bu sabahta yeni bir doğum sancısıyla…
Güneş sancılı beklenmişliklere inat doğmaya çalışıyordu ama, derin derin nefes alış verişini hissediyordum, çığlık çığlığaydı gün ve kıpır kıpırdı içim, binlerce doğumu ve binlerce yaşamı müjdeliyordu gün…
Ve tabiat ana üzerinde binlerce, milyonlarca canlı katılacak yaşama, gün gülüşlü milyonlarca canlı… Çiçeği, böceği, ağacı, serçesi, güvercini, insanı ve hayvanıyla milyonlarca yaşam sevinci…
Ah!.. İşte; geceye tüküren adam geçti gitti bile, çöp konteynırlarının yanından… Ama bu o değildi sanki, benzeri miydi acaba. Yoksa gözlerim eskisi gibi değil, yaşlılığımı mı hatırlatıyordu bana…
Boş ver dedim, hepsi geceye tüküren adam, namusuyla çalışıp zor da olsa bir somun ekmeği evine götüren mutlu bir insan…
Evet gittikçe zorlaşan bir yaşam…
İlk Müslümanların “zorluk yılları” adı verilen dönemleri olmuştur. Öyle ki bu zorluk yıllarında
Mekkeli müşrikler, Müslümanları meşakkatle dolu boykot yıllarını yaşamaya maruz bıraktılar. Onlara her türlü kötülüğü reva gördüler. Allah’a ibadet etmekten dahi alıkoydular. Sırf Allah’a olan imanlarından dolayı işkenceler yaptılar, kimilerini şehit ettiler.
Fakat Rabbimiz, o zorlukları kendisine gönülden teslim olmuş müminler için hep kolaylıklara dönüştürdü. Bu zorlukların akabinde daima bir kolaylığın, bir rahmetin geleceğini müjdeledi.
Bugünlerde hem millet olarak hem de İslam âlemi olarak, Peygamberimiz ve onu tasdik eden ilk Müminlerin yaşadığı zorlukların benzerlerini yaşıyoruz. Kötülük, her geçen gün etrafımızı ve bütün insanlığı kuşatıyor. Bilhassa şiddet ve terörle kalplerimize korku salınmaya, gücümüz zayıflatılmaya çalışılıyor.
Ama biz millet olarak, din kardeşleri olarak her kötülükten kendimize dersler çıkarıp, tecrübe kazanmalıyız. Ama kazanıp kazanmadığımız ölçümlemeliyiz… Çok önceden başımıza gelen bizi üzen bir durum yine önümüzde ise aklımızı başımıza devşirmeliyiz…
Neyse anlayan anladı, anlamayanlar anlayan anlatsın…
Sonra yalnızlıkla geçen gecemi düşündüm… Ama yalnız değildim ki; bana eşlik eden bir kitap vardı elimde, birbirimize sevgiyle bakıyorduk. Göz kırptı bana ve Oku beni dedi…
“Kitabın yaprakları, bizi aydınlığa götüren kanatlar gibidir.”
Kemiklerim bedenime battı gecenin siyahında, canımı acıttı her nedense. Başucumda da ılık bir bardak su ve okunmuş yorgun gazete sayfaları ve birde yüreğimi dağlayan siyah renkli insanlarla, beyaz renkli insanların çelişki ve çatışmalarının yaşandığı bir ortamı, tüm yalınlığıyla anlatan Alan PATON’nun ben doğmadan bir yıl önce, 1948 de yazdığı “AĞLA SEVGİLİ YURDUM” romanı eşlik etti.
Alan Paton kimdir diyecekseniz…
Irk ayrımına karşı görüşleri nedeniyle “Güney Afrika’nın vicdanı” olarak tanınır.
1903 yılında Pietermaritzburg-Natal’de doğmuş. Babası, Boer Sava-şı’ndan önce memur olarak Güney Afrika’ya göç etmiş, İskoçyalı Presbiteryen bir şair.
Annesi ise, İngiliz asıllı olup üç kuşaktır Güney Afrika’da yaşayan bir ailenin kızı. Alan Paton’ın bütün öğrenim hayatı Güney Afrika’da geçmiş. Öğrencilik yıllarında pozitif bilimlerle uğraşmış ve, boş zamanlarında şiir yazmış. Güney Afrika’dan ancak bir kez dışarı çıkmış ve İngiltere’de bir öğrenci konferansına katılmış. Kolejden mezun olduktan sonra iki roman yazmış ancak bunları yok etmiş. Liberal Güney Afrika dergilerinde şiirleri ve denemeleri yayımlanmış. Güney Afrika Bağımsız Partisi’nin başkanlık görevinde bulunan… Paton, 1988’de Durban’da yaşama veda etmiş.
Okumanızı tavsiye ederim. Yaşadığı bölgenin ama esaret altında olan insanları ve kendi renginde olmadığı halde müthiş renk ayrılığı yaşanan bir dönemde, nasıl bir olaya el atmış cesaretle. İnsanlar arası ayrımcılık olmasın diye.
Biz ki hâlâ bir takım insanları dışlamayı marifet sanıp yaşarken ve Mevlana’nın torunuyuz diye övünürken… Yazık ki yazık dedim, kendimi ayıpladım…
Neyse şafak atmıştır her ne kadar ruhumuzu da karartan bulutları Rabbim vermedi mi derken sabah olmuş.
Camiden hocanın okuduğu salayla kendime geldim ve bu dünya kime kaldı ki dedim…
Ve doğruldum, sıcak ve yalnızlığımla koyun koyuna yattığım yatağımdan firar eden uykuma, bir de saat tıkırtısı eklenince kalkmalıyım dedim, balkona çıkmalıyım nefes almak için, gecenin sıkan, bunaltan havasına inat, İzmir’i koklamalıyım dedim, yağmur bulutlarına rağmen içime çekmeliyim vatan kokusunu dedim______ ve düşündüm kaç kişi sıkıldı geceden diye…
Neyse benden başka yoktur inşallah dedim ve size seslenmek istedim yeniden bu sabah…
Güneş sancılı beklenmişliklere inat doğmaya çalışıyordu ama, derin derin nefes alış verişini hissediyordum, çığlık çığlığaydı gün ve kıpır kıpırdı içim, binlerce doğumu ve binlerce yaşamı müjdeliyordu gün…
Ve tabiat ana üzerinde binlerce, milyonlarca canlı katılacak yaşama, gün gülüşlü milyonlarca canlı… Çiçeği, böceği, ağacı, serçesi, güvercini, insanı ve hayvanıyla milyonlarca yaşam sevinci…
Ah! İşte; geceye tüküren adam geçti gitti bile çöp konteynırlarının yanından… ama bu o değildi sanki benzeri miydi acaba. Yoksa gözlerim eskisi gibi değil yaşlılığımı mı hatırlatıyordu bana…
Boş ver dedim hepsi geceye tüküren adam, namusuyla çalışıp bir somun ekmeği evine götüren insan…
Mutlu, sağlıklı ve sevgiyle dolu dünden daha güzel, yine sevdiklerinizle birlikçe geçireceğiniz bir Pazartesi gününüz olsun…
Ve barışı, sevgiyi, kardeşliği, dostluğu, dostça yasama sevincini ve tüm güzellikleri yeni doğan gün beraberinde getirsin gönül sofranıza…
Kim; Barış adına, Sevgi adına, insanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Hoş kalın, hoşça kalın ama kalbinizde sevgiyle, hep dostça kalın…… Bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#